Son zamanlardaki en büyük korkum bu şehir sevdasının beni bu şehirden edecek olması.
Yazmaya devam edebileyim diye yazacağım her şeyi kendi içimde 40 kere sansüre uğratıyorum.
Mümkün mertebe fincancı katırlarını ürkütecek her şeyden uzak durmaya çalışıyorum.
Şehrin insanına reva görülen zulmü tam ve olması gerektiği kadar yazamamanın utancıyla yazıyorum.
Bin dereden su getiriyor ince eleyip sık dokuyor dilimin ucuna kadar gelen esas söylenmesi gereken bütün zehirli sözleri la havle çekerek içime gömüyorum.
Evleri yıkılmış cenazeleri enkaz altındayken imkanları dahilinde yağmalanamadık market kafe büfe mağaza bırakmayanların şehrinde aylar sonra enkaz alanında buldukları altınları emniyete teslim eden gül yüzlü çocukların da yaşadığını bilerek, onların daha güzel daha insanca ve yaşanılır bir şehirde yaşaması için beyhude bir uğraşın içerisinde girmiş bulunuyorum.
Sütten ağzım yandığından değil ama yine de yoğurdu 40 kez üfledikten sonra yiyorum.
İtle dalaşmaktansa çalının etrafında dolaşmayı, tartışmaktansa kaçınmayı yeğliyorum.
Amacım hiçbir şekilde göz çıkarmak değilken her çizdiğim kaşı, yanlış bir şey çizmiş olabilirim kaygısıyla yeni baştan çiziyorum.
Kendimi savunmayı zúl saydığım konularda bir daha kimseyle muhatap olmak istemiyorum.
Düşlediğim her şeyin bin yıl yaşasam gerçekleşmeyecek bir düşten ibaret kalmasını istemiyorum.
Demirlerle enkazlarla molozlarla çöp yığınlarıyla uğraşmak yerine işini kimsenin uyarısına gerek kalmaksızın adam gibi yapan ehil insanların şehrinde şiirle edebiyatla müzikli sinemayla uğraşan güzel insanlarla hasbihal ederek yaşamak istiyorum...