Aklım, ruhum ve düşüncelerim aynı şeyleri düşünüyordu bugün. Laf da atsalar, gülüp geçseler de umurumda olmayacak, başım dik, göğsüm önde gezecektim bütün bir şehri. Başkalarının nasıl karşıladıkları değil, benim mutlu olmam önemliydi. Geriye dönüp baktığımda keşke giyseydim dememek ve hayatımın sonuna kadar hayıflanmamak için yapacaktım bunu da. Bütün cesaretim içimdeki sesti. O, ne derse ona uyacak, o ne derse onu yapacaktım. Hiç kimse umrumda değildi. Benim mutlu olmam başkalarını ne kadar üzer, ne kadar sinirlendirir dert etmeyecektim. Hem beğenilsin diye dokunmamış mıydı kumaşlar, elbiseler ve ayakkabılar?
Ben de bu sahiciliği ve benzersizliği yaşamak istiyordum, kime ne! Bugüne kadar çocuktur, aklı ermez dedikleri ne varsa yetişkinlerden daha iyi ve doğru düşündüğüm sayısız olay sayabilirim size. Benim yaşımda ordu yönetmiş komutanlar var. Üniversite okumuş, icatlar yapmış, bilim adamı olmuşlar var. Dâhiliğin, süper zekâya sahip olmanın coğrafyası mı olur?
Yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. Bugün de diğer günler gibi aynı yüzler, aynı somurtkanlıklar ve aynı sevimli bakışmalara tanıklık edecektim. Söylenerek kapı önünü süpüren Hatice abla da aynı olacaktı, ‘Bismillah diyerek dükkânının darabasını büyük bir gürültüyle açan Müslüm amca da… Okula giderken üşüdüğü için avuçlarını üfleyen Kerem de aynı olacaktı, o saatte ahırı temizlediği için elbiselerinin üzerine giydiği şalvarı ile Zeliha yenge de… İşe gitmek için atını koşmaya çalışan Abuzer ağabey de aynı olacaktı, sürüye geç kaldığı için elindeki çubukla keçiyi hizaya getirmeye çalışan Rabia teyze de… Taş yollar, toprak evler, incir ağaçları, yediveren asmalar, dutlar, kuyular ve çocuklar hep aynı olacak, bir ben farklı olacaktım sadece. İnsanlar aynı olacaktı da bakışları ve düşünceleri nasıl olacaktı, asıl onu merak ediyordum. Garip bakışları arasından geçerken gülüp geçecekler miydi, yoksa imrenerek arkamdan mı bakacaklardı?
Ben, büyük bir kısmının kıkırdayarak gülüp geçeceklerini biliyordum. Ama olsun, benim için her şeyin bir ilk olduğu sıra dışı bir gün geçirmeye kararlıydım bugün. Hiçbir şeyin beni kararımdan vazgeçirmeyeceğine dair yemin etmiştim evden çıkarken. Niyetim ciddi, kararım kesindi. On altı on yedi yaşlarında her şeyin bilincine erişmiş bir delikanlıydım artık. İtiraz ediyor, karşı çıkıyor, fikrimi açıklıyor, sevgimi, nefretimi, iyilikleri, kötülükleri, doğruları, yanlışları dile getiriyordum. Belki de cesaretim buradan geliyordu. Herkesin baktığı yerden değil, istediğim yerden bakıyordum olaylara. Herkesin güldüğüne üzülüyor, herkesin üzüldüğüne gülüyordum. Ziyaret yeşili pantolon giyen var mıydı içinizde mesela? Sanmam. On parmağının dördüne yüzük takanlarınız da yoktur muhtemelen.
Bu bir delilik mi yoksa farklılık mı, onu insanların yüzlerindeki ifadeyi gördükten sonra anlayacaktım.
Elbette benim ne düşündüğüm daha önemliydi. Fakat yüzlerinde türlü maskeler olanların gerçek yüzlerini gördüğümde, bundan sonra vereceğim kararların daha önemli olduğunu düşünüyordum. Daha fenası, darıldığım, kızdığım, küs olduğum ve hakkımda dedikodu yapan, beni kötülemeye çalışanlardan kimi görürsem, büyük bir cesaretle yüzlerine vuracak, kendilerinden korkmadığımı, her şeyin farkında olduğumu bilmelerini isteyecek, kıyafetlerin verdiği cesaretle birikmiş bütün öfkemi kusacak, susmanın sümsük ve sünepelik olmadığını, aksine efendilik ve saygı olduğunu gösterecektim onlara. İçlerinde kırıcı sözlerle, ‘Bu adam kafayı yemiş,’ diyerek gülüp geçenler de çıksa umursamayacaktım. Her ne pahasına olursa olsun yıllardır bazen korktuğum, bazen utandığım için söylemeye çekindiğim ne varsa söyleyecek, tırsıp içime atmayacaktım. Çocukluğumun hırçınlığı ve masumluğu, olgunluğumun farkındalığı ve ayrıcalığı sayesinde her türlü sıra dışılığı yaşamaya kararlıydım.
(Yeşil Pantolunlu Çocuk Öyküsünden)