Bu istasyonda bir şey var bana ait. Tam kırk yıl önce, 23 mayıs 1975 'de, Manisa'da başlamıştı hikâyem. Hikâyem diyorum, çünkü sanıldığı gibi iki kişilik değildir aşk hikayeleri. Aşk ve hikâye aşkın asıl sahibine aittir, suretlerde görünüp yaşayan da ta kendisidir. Bizler rolü gönüllü üstlenmiş oyuncular olarak rolümüzün hakkını vermeye gayretle yükümlüyüzdür sadece.
Evet, boyumdan büyük bir işe kalkışıp, sekiz yaşımda izlediğimde kendime rol biçtiğim Leylâ ile Mecnun filminden, geceleri, kimse duyup kızmasın diye kulağımı dayayıp, ahlar çekip, içler geçirerek radyodan dinlediğim büyük aşk hikayelerinden beri hayaller kurup yolunu gözlediğim; on yaşımda bulup üç yıldır da itiraf beklediğim, çocukluk aşkıma ilânı aşk etmiştim, onun etmesini beklemeye daha fazla dayanamayıp.
Sen misin aşkın kanununu ihlâl eden!..Çok küçüktüm bilemedim...
O seher vakti, Gediz'in bereketli üzüm ovasında; Bozdağların ve yemyeşil bağların arasından, yürek dağlayan çığlıklarla süzülen bir kara trenle parasız yatılı okul sınavlarına gittiğimiz Manisa'dan döner dönmez; aşkın olduğu mahâlde illâ kurulan şirret meclisi çoktan kurulmuş, başa gelmeyen kalmayacak kırk yıllık bedel dönemi başlamıştı...
Fotoğraflar, türküler, şiirler, trenler derken az kaldı bulacağım inşaALLAH o küçük kızı. En son gördüğümde, tam kırk yıl önce, bir mayıs günü, bu güzergahta bir trende, arkasına dönüp, başına gelecekleri bilir gibi acıyla bakıp ağlıyordu çünkü hatırladığım kadarıyla...
Adevviye Şeyda
23 Mayıs 2015
_ Bu akşam şiirler, türküler daha bir dokunaklı, ağlanası geliyor nedense. Yine bir hâl oldu deli gönüle de nedir bilemiyorum. Belki özel gün arefesi duygusallığı. Belki yıllar sonra yaşlı anne babayı yeniden kendi evlerinde baş başa, ardından boynu bükük, el sallar bırakıp çıkmış olmanın, çaresizliğin hüznü. Her seferinde onların yüzünde bir daha görememek korkusu, ben de gelip bana bakarken bulamamak...
Hepimiz için geçerli aslında bu. Bilemediğimiz bir tarihte, belki bu gece, belki yarın vedalaşmaya bile fırsat bulamadan çekip gideceğiz. Söylemek, duymak istediklerimiz içimizde uhde kalacak. Yapmak isteyip yapamadıklarımız, yaşayamadıklarımız da...
Bu yüzden belki, bu akşam, dönüp ardıma bakıp hayatıma bir zamanlar da olsa, bir şekilde anlam katmış herkesi, her ne yapmış olurlarsa olsunlar, affetme ihtiyacı duyuyorum. Üstelik onlardan her hangi bir karşılık beklemeden. Böyle duygusal anlarda endişelerinden, beklentilerinden tamamen kurtulabiliyor demek ki insan.
Zaten hatırladığımızda hala yüreğimizi kanatan öyle çok acı hatıra var ki hayatımızda telafisi mümkün olmayan. Yenilerini eklemeye hiç ihtiyacımız yok.
Hayatımın bu döneminde iyi ve kötü kavramları anlamını yitirmeye başladı, nötürleşme dönemi başladı sanki.
Birleşme dönemi belki de inşaALLAH. Yıllardır okuyup anlayabilmeye çalıştığımız damla iken okyanusa karışmak denen şeyin öncesindeki hal mi ki bu!..Kendinden başlayarak herkesi sevebildiğin, bir görebildiğin sonsuz huzur hâli inşaALLAH.
Trenden inip evime yürürken düştüm bu hâle. Gökyüzünde yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Her biri göz kırparak beni takip ediyordu sanki. Sık sık başımı kaldırıp onlara baktım, ne çok zor geceme şahittiler. Herkes beni terkettiğinde geceler boyu onlar hep benimleydiler. Seherlerde vedalaşmış, birlikte uyku zamanına geçmiştik o yapayalnız, çaresiz, zor yıllarda...
Üzerimde türküsünü, adını ve kendisini de çok sevdiğim siyah feracem, kızımın hediyesi püsküllü siyah örgü pançom, ayağımda her zamanki üzeri fermuarlı yine kızımın hediyesi süet spor ayakkabılarımla; Yedek çamaşırlarımı, namaz elbisemi, tespihimi ve Alaşehir'den aldığım kapanç ekmeklerimi koyduğum büyükçe çantamı heybe gibi sırtıma vurup, bir taraftan da zikrimi yaparak dalgın dalgın tarifi zor hallere girdim. O yollarda ne hallerde ağlayarak yürüdüğüm zamanlara gittim, bu günlere, bu hallere eriştirene sonsuz şükürler ettim. Yine ağlıyordum ancak bu kez bambaşka duygularla çok şükür.
Bir çınar gölgesinde nefeslenmekmiş meğer hayat. Yeniden doğmak üzere batan gün kadar kısa. Nasıl da boşa harcamışız bilmeden...
İlla Aşk / Adevviye Şeyda
_