-Nicedir Kalem oynatamayan Yazar’ın haline bir çare aranırken…-
Yazar, birden iç geçirerek dedi ki: ‘Bak işte gördün mü? Az yaz, az yaz, az yaz dedin, yazamıyorum.’
Kalem, Yazar’ı hiç anlamamış gibi (kim bilir, belki de tam anlamıştı ama anlamaz görünmeyi seçmişti):
‘Bu arada Ben, yazmayı çözdüm’ deyiverdi.
Yazar, içerlemesinin şiddetini artırsa da Kalem’e bir şey belli etmedi. Ne de olsa Kalem ( Kalem’i) olmadan yazamazdı. Kalem’in ne demek istediğini iyi anlamasından başka çaresi yoktu:
‘Nasıl yani?’
… Bir süre sessizlik oldu. Yazar, sorusunu değiştirerek yineledi:
‘Nasıl çözdün?’
Kalem, birden dillendi: ‘Seri yazıyorum, ruhunu hissederek…’
Ne demekti tüm bunlar? Yazar’ın kalbi daha seri attı ve aklından deli deli düşünceler geçti. Sanki Kalem, kendi mi yazıyordu ki… Yazar, derinden bir nefes aldı. Ne Kalem’e gücenebilir ne de Kalem’i gücendirebilirdi. Onlar ezelden dosttu. Olsa olsa Kalem, Yazar’a bir şeyler anlatmak istiyordu. Yazar, Kalem’in söylediğini anlamak için ‘yürek açıcı’, kısacık bir soru daha ekledi:
‘Yazının ruhunu mu?’
Kalem, hiç beklemeden ve hiç tereddütsüz cevabı verdi: ‘Senin…’
… Yine derin bir sessizlik oldu. Ama sanki sessizliğin derinliklerinde yüreklerin sesleri atıyordu…
Yazar, birden silkindi ve o eski cevval anlarından birine döndü. Kalem’in ne yapmak istediğini de anlamıştı. Kalem, Yazar’ı yazdığı o cesur anlara götürmek istiyordu. İşte, o an büyük soru geldi. Ama Yazar’dan:
‘Yazmak nedir, bilir misin sen?’
‘Bilmem’ dedi Kalem ve ekledi: ‘Vakti zamanında ‘Kalem’ adına (benim ismime) bir yazını hatırlıyorum ama…’
Yazar, gülümsedi. (Kalem, aslında Yazar’ı yine yazdığı günlere döndürmek niyetini taşıyordu. Fark etti bunu ama fark etmemiş gibi devam etti…)
‘Belki de senin çözdüğün o olmuş; ‘Kalem’ isimli yazıdan sezmiş olmalısın…’
Yine bir sessizlik... Fakat bu sefer sanki bir fethin, bir muzafferiyetin memnuniyetini aksettiren sessizlik…
Yazar, can havliyle atıldı söze:
‘Söyleyeyim mi yazmak nedir?’
Kalem, mırıldanırcasına: ‘Söyle…’ dedi.
Yazar: ‘Söyleyeyim mi yazmak nedir? Yazmak, insanın yüreğindeki hiç dinmeyen sesi yatıştırmak için hiç ara vermeden gürültü çıkarma çabasıdır.’
Kalem, anlamadı ya da anlamamış gibi yaptı ve sordu:
‘Bu ne demektir?’
Yazar, Kalem’in asıl niyetini çözdü. Kalem, bir kez daha Yazar’ın yüreğini Yazar’dan dinlemek ve Yazar’a yazdırmak istiyordu. Yazar, gönül ferahlığı ile Kalem’i yanına alıp başladı yazmaya:
‘İnsanın yüreğinde hiç bitmeyen sesler vardır: Aşk, acı, hüzün, hasret, gurbet gibi…’
‘Evet?’
'Öyle sestir ki bunlar, ne yapsan susmaz, susamaz.'
...ve devam etti:
"İşte bir yürek, kendi sesini yatıştırmaya çare bulamamışsa, ‘bari çokça yazayım da sesimin acısını yazımın gürültüsü bastırsın’ der. YAZMAK bu”
İkisi de yandılar:
Kalem: ‘Şimdi bunu ben mi paylaşayım da, okuyucular okumuş olsun?'
Yazar, yine derinlere daldı: ‘Hadi, olsun bakalım!’ diyecekti ki…
Kalem’in tatlı komplosuna ikinci kez düşmemesi gerektiğini kavradı. Ve o eski cesur haline tamamı ile dönerek:
‘ Yok, bu yazı benim; onları şu vakit, ben sayfamda yazarım’ dedi.
Kalem, olandan, yazılandan hoşnut: ‘Tamam, sen yaz…’
Yazar eski neşeli ve cesur haline Kalem’in sayesinde dönmüştü. Kalem’e takılmadan duramadı ve yazmadan önce şunları söyledi:
‘Tamamı ile bir kumpas ve komplo ile karşı karşıya getirildim. Ama yine de YAZACAĞIM…’
/
(Kalem ' yazı senin Yazar' dedi; bunu Yazar duydu mu duymadı mı, kimseler bilmedi...)
14 Eylül 2020- Ankara Yegâh Elif Mirzâde ( R )