URFALI DONDURMACI OSSE EMMI

Hz. Muhammed (sav)'in onlarca kez okuduğum hadis-i şerifleriyle ısınmak istiyorum. İçime dolan tarifsiz sıkıntıyı defetmenin başka çaresi olmadığını biliyorum.

Abone Ol

Urfalı Birkaç Has Adam: 2

DONDURMACI OSSE EMMI

Vakit geceyarısı.

İstanbul'da kar var.

Yüreğim yanardağ misali...

Sahih-i Buhari'nin sıcacık sayfalarında Peygamberler Peygamberi Hz. Muhammed (sav)'in daha önce belki onlarca kez okuduğum hadis-i şerifleriyle ısınmak istiyorum. İçime dolan tarifsiz sıkıntıyı defetmenin başka çaresi olmadığını biliyorum.

Rastgele bir sayfa açıyor, gözüme çarpan ilk hikmetin her satırını, her kelimesini ve her kelimenin manasını içime sindire sindire okuyorum.

"Cömert kişi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır."

Vakit geceyarısı şimdi.

Vakit geceyarısı ve İstanbula kar yağıyor şimdi.

Upuzun bir kış gecesinde, kaloriferlerin yanmadığı soğuk odamda zamanın ve mekanın dışına kaçıyorum. Urfa'ya, Urfa'nın sıcacık yaz gecelerindenbirine gidiyorum. Bağevimizin önündeki sekiye istif edilmiş çırpı/kuru asma dallarının üzerine açılan yün yatağa uzanıyorum boylu boyunca. Gözlerim uzaklardan göz kırpan yıldızlara takılıp kalıyor bir süre. "Bir yıldız kaymadan uyumayacağım, gözlerimi kapatmıyacağım" diyorum kendi kendime. Bekliyor, bekliyor, bekliyorum.

Gözlerim yıldızlardan önce indiriyor kepenklerini. Göz kapaklarıma tonlarca ağırlık yükleniyor sanki, kendiliğinden kapanıyor işte ve uyuyorum.

Anlayacağınız; bu gece yine nostaljik takılıyorum amiyane tabirle.

İstanbul'da, İstanbul'un Anadolu yakasında Beykoz'da; Güzelcehisar'ın sırtını dayadığı tepelerde Urfa'yı düşünüyor ve Urfa'da tanıdığım güzel insanları anıyor ve anımsıyorum hasretle.

Günün moda deyimiyle, biraz nostaljik takılıyorum işte.

Nostaljik derken, birden 'nostalji' kelimesi takılıyor kafama. Sözlük anlamını biliyorum bilmesine ama, kafama takılan anlamı değil.

Şu son yıllarda bu 'nostaljik takılma'lar nedendir?

Neden 50'li, 60'lı ve hatta 70'li yıllarda değil de şimdi?

Şimdilerd, yani 90'lardan sonra ne oldu da, birdenbire ve topyekün 'nostaljik takılma'ya başladık?

Geçmişe bu acı dönüş niçin?

Dün bugünden daha mı iyiydi sanki?..

Veya bugün dünden daha mı kötü?

Neyi arıyoruz geçmişte veya kimi özlüyoruz?

Veyahut dünlerde aradığımız ve bugünlerde bulamadığımız birşeyler mi var? Varsa, nedir bunlur?

Eski defterleri karıştırmak, bugünün iflas ettiği anlamına mı geliyor yoksa? Öyleyse, ne oldu da müflis tüccara döndük?

Yoksa geçmiş gerçekten daha mı güzeldi bugünlerimizden?

Siz ne düşünürsünüz bilemem. Ama ben, dünün bugünden daha güzel olduğunu kabul edemiyorum. Tabi bazı müstesnaları istisna tutarak söylüyorum bunu; özellikle de rahmet-i rahmana kavuşanları... Hep rahmetle anılmaya müstehak olan geçmiş zaman insanlarını; adam gibi adamları değil, gerçek adamları istisna tutuyorum.

Şimdi vakit geceyarısı.

Vakit geceyarısı ve dışarıda kar yağıyor şimdi.

Upuzun bir kış gecesinde, kaloriferlerin yanmadığı soğuk odamda zamanın ve mekanın dışına çıkıyorum.

İstanbul'da, İstanbul'un Anadolu yakasında Beykoz'da; Güzelcehisar'ın sırtını dayadığı tepelerde Urfa'yı düşünüyor ve Urfa'da tanıdığım güzel insanları; alisi, valisi, divanesi, delisi, sarhoşu, ayyaşı ve velisiyle bana göre 'çok özel' insanları anmak, anlamak ve anlatmak istiyorum.

Yaşı 40'ın üzerinde olanlar, 40'ın üzerinde olup da yolu Haşimiye Çarşısı'na düşenler mutlaka hatırlayacak ve:

"He ya!.. Haşimiye Çarşısı yıkılmadan evvel şurada, şu sokağın başında, Kasap Pazarı'nın batı kapısının karşısında bir dondurmacı dururdu sıcak yaz günlerinde" diyeceklerdir mutlaka.

Ya da; güz bitip de soğuklar başladığında Urfa'yı köşe-bucak dolaştığını; caddelerde ve sokaklarda, çöplüklerde, şurda, burda ve her yerde gördüğü atık kağıtları toplayarak gömleğinden içeri soktuğunu anlatıp, 'rahmetli azıcık akılca noksandı, deliydi yani' diye yad edeceklerdir.

Sonra; orta ile kısa arası boyunu.. boyuna göre hayli fazla olan kilosunu, göbeğini.. hiç uzamıyormuş gibi hep kısa gördükleri kırlaşmış saçını ve sakalını.. tepesini soğuktan ve sıcaktan koruyan bahçacı kirliğinden külahını.. eteklerini şalvarının içine soktuğu yer yer incelip göz göz olmuş lacivert kirliğini.. eski gabardin şalvarı ile çorapsız ayaklarına geçirdiği boyasız postallarını getireceklerdir gözlerinin önüne.

Ve nihayet; Urfa güneşinin altında, dondurma tulumbasının başında toplanan çocuklara "yüz paralık" dondurmanın yanında bir o kadar da "huva" verdiğini düşünüp;

"Yav rahmetliye deli meli derdik ama, aslında cömert insandı" sözleriyle, vefatından senelerce sonra da olsa, bu has adamın hakkını teslim edeceklerdir herhalde.

Dondurmacı Ose, cömert adamdı.

Ve "Cömert kişi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır."

Aşağı Çarşı'ya her indiğimde, işim o tarafta olsun veya olmasın, yolumu mutlaka Haşimiye Çarşısı'nın doğu girişinden geçirir, Dondurmacı Ose Emmı'den huvamı almadan bir yere gitmezdim. Çaten o da, etrafını kuşatan çocukları, ama parasıyla ama bedava, dondurma tattırmadan başından savmazdı. Bazan; inadının tuttuğu günlerde, cebimde birgün lazım olur diye sakladığım 5 kuruşu tulumbanın üzerine bırakır, cam fincana doldurduğu dondurmayı afiyetle yedikten sonra, çocukça bir arsızlıkla elimi öptürecekmiş gibi Osman Emmi'ye uzatır;

"-Huvamı da ver Osman Emmi!.." diyerek dondurmanın serinliğini tenimde hissetmeden başından asla ayrılmazdım.

Babamın işyeri Mevlahana civarında, Fesadı Hanı'nın bitişiğindeydi. Bazan su getirmek, bazan ihtiyaç gidermek üzere günde birkaç kere Attar Bazarı camii'ne giderdim. Her gidişimde olmasa da, bir sebep uydurup Babamdan 100 para / 2,5 krş. veya daha büyük paralar koparırdım. Rahmetli her seferinde dondurma alacağımı tahmin eder;

"-Dondurma alacaksan, Heci Meğ'me'den al!.. O deli Osse'den alma ha" diye sıkı sıkıya tembih ettiği halde, ben soluğu Osman Emmi'nin tulumbasının başında alırdım.

O'na neden deli derlerdi; o yaşlarda pek anlamazdım. Büyüklerin bir bildiği vardır, diye düşünürdüm belki de. Aslında bugün olduğu gibi dün de bir bildikleri yoktu büyüklerin. Küçükleri birşey bildiklerine inandırmakta mahirdiler sadece.

Cenab-ı Peygamber'in;

"Cömert kişi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır." Hadis-i Şerifini bilselerdi; yiyemediğini yedirenin ve beğenmediğini giydirenin cömert sayıldığı bir dünyada, varını vererek çocukları sevindiren bu cömert has adama hiç deli derler miydi; kim bilebilir ki?..