Millî Devlet gazetesindeki 29 Ağustos 2020 tarihli yazımda özetle şu hususları ifade etmiştim:
AKP iktidarının siyasî temsilcileri ve destekçileri, yedi düvelle savaş rüzgârlarının estiği ülkemizde, milletimizin yarıdan fazlasını ayrıştıran ve tahkir eden, değer ve yargılarını aşağılayan; kendi siyasal çizgisini kutsallaştırırken, karşısındakileri mürtet gören bir dili kullanmaya devam ediyor. Hem de bu ayrıştırıcı dili milletimizin ortak değer ve zenginliklerini AKP patenti ile markalaştırmak çabası ile siyasi istismar için yapıyor. Amiral gemisinde oturduğu cephenin adı “Cumhur Cephesi” ve en büyük destekçisi de MHP ve orada siyaset yapan “Ülkücüler” !..
Bu cephenin karşısında “Millet Cephesi” adıyla CHP’nin amiral gemisi ile liderlik yaptığı muhalefet cephesi yer alıyor.
CHP iktidara karşı yürüttüğü muhalefet stratejisinde, muhalefet odağını ve hedefini tekleştirmiş durumda.
Özetle, AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan kurtulursak ve Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ni değiştirirsek ülkemiz kurtulur iddiasındalar.
Bu tezini siyasî, ekonomik, kültürel olarak hangi doktrinle ve hangi fikrî çizgideki kadrolarla yapacağını açıklama gereği duymadan; AKP’nin günlük polemik esaslı siyasî gündemine takılarak siyaset yapmaya ısrarla devam ediyorlar. Ülkemizin uluslararası alanda karşı karşıya olduğu ve 1994’den beri adım adım planlanan, milletimizin varlığına bütünlüğüne yönelik tehdit odaklarını ne tanımlıyor ne de gündemine alıyor. ABD, AB, Rusya ve bu ülkelere bağlı asimetrik savaş unsuru terör odaklarına yönelik tek bir stratejik tavır ortaya koymuyor. Tam aksine, iktidar alternatifi olarak ABD ve AB’siz iktidar olunamayacağı, olunsa da ayakta kalınamayacağı kabulünden hareketle ara sıra Batı’ya göz kırpıyor. Batı’dan ülkemizi hedef alan çıkışları, tehditleri, aleyhimize kurulan ittifakları görmezden gelerek, Batı kaynaklı bu tür saldırıların sadece hükümet ve Erdoğan odaklı olduğu kabulü ile onlar giderse, biz gelirsek Batı ile ilişkileri düzeltiriz aymazlığı ve hatta basitliği ile muhalefet cephesini temsil etmeye çalışıyorlar. Bu çizgisinde yürürken de Türk Milletinin kâhir ekseriyetinin ihanetinden emin olduğu ülkelerin ve bölücü örgütlerinin gölgelediği alanlarda da gezmekte bir beis görmüyor. Çoğu zaman iktidar tarafından bu alanlarda gezerken ya yakalanıyor ya da algı olarak o alanlara itiliyorlar. Buna karşı ne savunma yapma ihtiyacı duyuyor ne de ABD, AB ve HDP odaklı karşı bir söylem geliştiriyor.
Bu cephede de kuruluşunda, MHP’de gittikçe büyüyen iç muhalefet rüzgârının potansiyel gücünü arkalarına alan ve lokomotif güç olarak “Ülkücülerin” bir bölümünün siyaset yaptığı İYİ Parti yer almakta.
Ülkemiz, dışarıdan dört bir cepheden birleşik yeni bir Türk düşmanlığı ekseninde Haçlı tehdidi ile karşı karşıya iken, içeride de iktidarın dili, muhalefetin ruhsuzluğu ve şuursuzluğu ile laik-cumhuriyetçi; dinci-siyasî İslâmcı çizgide nefret ve kin odaklı, çatışma potansiyeli yüksek bir bölünmeye doğru hızla yuvarlanmaktadır. Bu çatışmanın bir an önce çıkmasını bekleyen bölücü-kürtçü unsurlar da bu iç kavganın üçüncü cephesi olmak üzere pusudadır.
Özetle bu tabloyu işaret etmiş ve bu durumdan “Batı” odaklı dış tehdit cephesinin çok memnun olduğunu, kendi planlarına bundan daha iyi iktidar ve muhalefet cephesi bulamayacaklarını ve iç çatışma çıkarma hedefli planları gereği bu iki unsurunda kendi seçmen tabanını temsil eden partilerinde yönetimde kalmalarını, planları gerçekleşene kadar isteyeceklerini yazmıştım.
Şöyle bir soru sormuştum: İktidar ve Muhalefet kendi taraflarına aldıkları MHP ve İYİ Parti’deki “Ülkücüler”, ile doğru yolda olduklarına, doğru siyaset yaptıklarına referans yaparak; “milli duruş ve vatanseverliklerine (!)” meşruiyet ve haklılık kazandırmaktadırlar. Bu kirli siyasete alet olmanın ne gereği var?
Bölünmüş olan “Ülkücü Hareket” mensupları, destekledikleri cephelerin kötü siyasetlerine ve gafletine bakmadan, bulundukları cepheleri savunmak adına birbirlerini “hain” ve “davaya ihanet” etmekle suçluyorlar.
Bu gerçek karşısında düşülen bu tuzaktan nasıl kurtulacağız?
Türk milliyetçiliği çizgisinin dışında ve hatta ona karşı siyaset geleneğine ve genetiğine sahip AKP ile duruşunu dış tehdit odaklarına karşı net olarak konumlandırmayan ve onlara karşı stratejik tavır almayan, tam aksine onlarla meşru siyaset zeminlerinde iş birliği için göz kırpan bir CHP muhalefeti!..
İki cephe de bir birini ihanetle suçluyor.
Sosyal medya eliyle seviyesiz ithamlar, yalan, iftira ve küfürler, sahte haberler, patlamış foseptik gibi her türlü rezilliği ve pisliği her gün her saat etrafa saçılıyor. “Bunlar mı Türk Milleti’nin mensupları?” sorusunu sorduracak, aşağılık seviyede sürüp giden güya siyasi bir taraftarlık!..
Yanlarında saf tutan Ülkücüler de hem birbirlerine hem de karşı cephe bileşenlerine aynı anda ülküdaşlık hukukunu unutarak başka davulların tokmağını salladığının farkında değil.
Ülkücülük fikrî bir bölünme mi yaşadı? Hayır! Ülkücüler sadece siyasî duruş olarak bölündüler! Sebeplerine ve kim haklı tartışmalarına girmeye hiç gerek yok. Bu tartışmalar çok kez yapıldı. Ayrıca bu tür tartışmaların yapılması da birleştirici olmuyor, tam aksine ayrıştırıcı oluyor ve aramızdaki mesafeleri ulaşılmaz kılıyor. Bu durum da bu tuzağı kuranların işine geliyor ve onların planlarına hizmet ediyor. Daha ne zamana kadar iki yanlıştan birini, mecburiyet ya da siyasi çıkar amaçlı olarak desteklemeye ve bir birimize karşı “hain” suçlamasına kadar varan ithamlarda bulunmaya devam edeceğiz?
Mazisinde ortak çile, mücadele, şehit ve gazileri olan, fikrî çizgisi ve siyasi doktrini doğrulanmış bir hareketin mensupları olarak kendi siyasî bölünmüşlüğümüze bir çare bulamazken milletin birliğine ve bütünlüğüne giden yolu ve yöntemi nasıl bulacağız? Biz, bu halimizle millete nasıl güven vereceğiz?
Ülküdaşlarımızın büyük çoğunluğu bu kör döğüşün dışında acı ve üzüntü ile kahroluyor. Bir çarenin bir ümidin ufukta görülmesi için sabırla bekliyor.
Siyasi partiler arasındaki bu bölünmüşlük “Ülkücüleri”, Türk milletinin karşı karşıya olduğu tehdit ve tehlikeleri değerlendirmede ve alınması gereken tedbirleri milletimizle paylaşmakta zaafa uğratmaktadır.
***
Yunanistan ile Doğu Akdeniz’deki gerginlik ve muhtemel savaş vaziyeti durumu karşısında Millet İttifakı’nda yer alan Ülkücüler ile Cumhur İttifakı’nda yer alan Ülkücüler aynı şeyleri düşünüp söylüyor ve atılması gereken adımları kamuoyu ile aynı paralellik ile paylaşabiliyorlar mı?
Bu tespit ve sorularımın muhatabı İYİ Parti ve MHP yöneticileri değil elbette. Onlar artık partici. Makamları, koltukları var ve siyasî ikbal endişeleri ile bulundukları mevziiyi koruma çabası içinde olmaları doğaldır.
Benim sözlerim “Ülkücü” samimiyetle, hiç bir makam, mevki endişesi ve beklentisi içinde olmayan, samimi olarak sadece İYİ Parti’yi ve MHP’yi bulundukları ittifaklara rağmen ikaz etmeden destekleyen ve birbirlerine hasım olmayı göze alan ülküdaşlarımadır.
Onların potansiyel kamuoyu ve sosyal medyadaki destekleri her iki cepheye de güç vermektedir.
Ülkücülerin yapması gereken, ayrılığın büyümesine sebep olan söz, davranış ve desteklerden uzak durmaları, tek bir çatı altında güçlü bir karargâhta buluşmanın ancak Türkiye’nin meselelerine çözüm üreteceği kararlılığını göstermeleridir.
Hepimizin görmesi, bilmesi ve ittifakla buluşması gereken doğrular apaçık ortada durmaktadır. ABD ve AB ittifakı ile Batı’nın Türkiye’nin karşısına koyduğu cephe ülkesi Yunanistan’dır. Dün SSCB tehdidine karşı NATO ülkesi Türkiye Batı’nın Sovyetlere karşı cephe ülkesiydi. Dün Türkiye Batı’nın stratejik çıkarları için dost muamelesi görüyordu. Şimdi artık Batı’nın hedef ülkesiyiz. Bugün artık Batı’nın Türk-İslam Dünyası tehdidi önceliğinde Doğu’yu hedef alan yeni stratejisinde destek ve güç vereceği cephe ülkesi Yunanistan’dır.
Fransa’nın açık desteği, ABD’nin Girit ve Yunanistan’da kurmuş olduğu askerî üsler. AB’nin Yunanistan’a açık siyasî ve ekonomik desteği bu iddiamızın net delilleridir. Bu destekler artarak çoğalacaktır. Yunanistan, Türkiye ile bir savaş durumuna hazırlık olarak ekonomik ve siyasî olarak desteklenecek ve korunacaktır. Tabii ki Kıbrıs Rum kesimi de.
Akdeniz, bundan sonraki süreçte Türkiye için bir tehdit denizi haline getirilecektir.
Irak’ta ABD ile birlikte kopilleri bölücü Kürtçülere karşı, Suriye’de Rusya’nın korumasında Esad ve destekçisi Araplara karşı, Libya’da Türkiye karşıtı tüm unsurlara karşı tetikte ve savaş durumundayız. Sürekli sıcak çatışmanın olmasına onlar açısından fazla gerek yok. Soğuk savaşta Sovyetlere karşı uygulanan taktik bize de aynen uygulanmakta. Savunma harcamalarına ve askerî yatırımlara öncelik verme, sürekli gerginlikle, stres politikasıyla ve ekonomik araçlar ile ülkeyi zayıflatma... Oluşacak dış tehdit baskısı gerekçesi ile içeride iktidarın eline antidemokratik uygulama fırsatlarını oluşturmak ve demokrasi içinde çözüm yollarını tıkamak.
Kırk katır mı, kırk satır mı?!..
Ülkücüler olarak, üzerimize kurulan bölünmüşlük tuzağını bozarsak ancak o zaman Türkiye’ye kurulan tuzakları bozar ve tehditleri bertaraf edebiliriz. Ülkücülüğün, AKP siyasî kadrolarına güvenerek ya da CHP siyasî kadrolarına fırsat vererek ülkemizin tehditlerden, tehlikelerden kurtulacağına inanmak olmadığını hatırlatmak çok acı. Fakat cepheleşerek ve bölünerek kime, kimlere hizmet ettiğimiz açıkça ortada değil mi?