Eskiden destancılar vardı; depremde, yangında, herhangi bir felaket ya da işlenen bir cinayet sonrasında hayatını kaybedenlerin yaşam öyküsünü matbaada bastırdıkları kâğıttan okur, bir yandan ağlar bir yandan başlarına üşüşen herkesi ağlatırlardı. Kadınlar hiç tanımadıkları bu insanların başlarından geçenleri dinlerken evlatlarını yitirmiş gibi dizlerini döverlerdi…

Şimdi her gün çocukların sokak ortasında öldürülen ve bir türlü kaldırılamayan cesetlerine dahi dönüp bakan kimse bulunmuyor. Derin donduruculara konulanın çocuk cesetleri değil vicdanlarımız olduğunun kimse farkına varmıyor. Hiç tanımadıkları insanların ölümlerine ağıt yakan kadınlar, şimdi her parçalanmış çocuk cesedine zılgıt çekiyor. “Yazıktır, günahtır, etmeyin, eylemeyin” diyenlerin üzerine hayasızca gidilmekte bir beis görülmüyor… Her ölüm bir başka ölümle kutsanmaya, her acı bir başka acıyla meşrulaştırılmaya çalışıyor…

Şehit cenazeleri bile kimsenin rutin işlerini yapmasına engel olmuyor, uykusunu kaçırmıyor, yakın akrabaları ve sevenleri dışında kimsenin kalbine bir acı düşürmüyor, hiçbir televizyon kanalının yayın akışını değiştirtmiyor, her şey sıradan, her şey olağan, her şey zaten çoktan bekleniyormuş gibi karşılanıyor.

Ülke olarak cinnetin eşiğine gelmiş insanların eşiği aşması ve birbirini boğazlaması için birileri özel bir çaba sarf ediyor. Sonra başka birileri bu özel çaba sarf edenlerin çıkarmak istediği yangına benzinle koşuyor. Kimse kimseye itimat etmiyor, yaşam hakkı tanımıyor, inancına saygı duymuyor, herkes en sevdikleri tarafından ihanete uğruyor. Her kapı karanlığa, her sokak bilinmeze çıkıyor.

İnsanları ne hayra çağıran ne de bu gidişatın kimsenin hayrına olmayacağını söyleyen kimse bulunmuyor. Herkes hiçbir şey olmamış ya da olması gerekenler oluyormuş gibi rutin yaşamına devam ediyor… Ne ölümler ne göçler ne acılar vicdanlarda en ufak bir uyanışa, en ufak bir sızlanmaya, en ufak bir pişmanlığa ya da endişeye yol açmıyor…

Yaşanan acılar destanlara sığmayacak kadar kabarmış durumda. Ve ülke insanı topyekûn içine düştüğü bu kahrolası durumu dizi izleyerek, her biri birbirinin aynı olan haberleri izleyerek, her biri her konuda uzman olan doçentlerin, profların, duayen gazetecilerin seslerine kulak vererek unutmaya çalışıyor.

Bu utançla ne kadar yaşanılır, daha ne kadar hiçbir şey olmamış gibi davranılır bilmem ama bütün bunlar toplum olarak tükenişimizin destanını hazırlıyor. Ama bu utanılası destanı yazacak ahlak ve erdem sahibi kimse bulunmuyor. İnsanlar ölüyor, intihar ediyor, bedenini satıyor, gittikçe tükeniyor ama göçüp gidenler dışında bir Allah’ın kulunun yüreğine acının zerresi düşmüyor.

Herkes kendi yalnızlığında, kendi zindanında geceye ve güne kapalı olarak destanlara sığmayacak acılar karşısında suskunluğunun cezası olarak bir böcek gibi yaşamaya devam ediyor…