Suç işlemek, devleti ele geçirmek amacıyla kurulmuş örgütsel yapılara amasız, fakatsız, karşı olmak gerekir. Giderek demokrasiden uzaklaşmamızın, otoriter bir yönetime doğru evrilmemizin arkasında 15 Temmuz darbesi ve onun kurgulayıcısı paralel devlet yapılanması var. Dünyada eşi, benzeri olmayan başkanlık sistemine bu darbenin hazırladığı ortam yüzünden geçtik. Hukuktan, adaletten, bu darbe -bahane edilerek- uzaklaştırıldık. Bahane diyorum, zira bugünkü savrulmada FETÖ'nün vebali kadar, -devleti- kendi ideolojik görüşlerine göre tanzim etmek isteyenlerin fırsatçılıklarının da büyük payı var. Bir fırsat çıksa da, bu ülkeyi ideolojik ve kişisel çıkarlarımıza göre yapılandırsak diye bekleyenlere o fırsat verilmiş, Türkiye bugün bulunduğu noktaya gelmiştir. Fırsat veren suçludur ama fırsat kollayan da masum değildir.
FETÖ gibi paralel yapılara karşı olmak, devleti partileşmekten, cemaatleşmekten, etnikleşmekten, kabileleşmekten korumak gerekir,bu devlet ve millet olarak var olmanın gereğidir. Diğer taraftan önüne geleni FETÖ'cü diye suçlamak da doğru değildir. Devletin birliği, güvenliği ve bekası ile ilgili konular -siyasi hesaplaşmaların- aracı yapılamaz. Bu hem terörle mücadeleye zarar verir, hem de büyük bir mağdurlar kitlesi yaratır.
Terörle mücadeleye zarar verir, çünkü suçlu ile masumun karışmasına, yapılan soruşturmaların şüphe ile karşılanmasına neden olur. Çerçeve genişletildikçe yargılamaların inandırıcılığı ortadan kalkar. Ortaya büyük bir mağdurlar kitlesi çıkar, bu da devletle vatandaş arasındaki bağları zayıflatır. Daha kötüsü, haksızlığın toplumsal hafızada kalıcı izler bırakarak -hal ve şartları oluştuğunda- hoşnutsuzlukları besleyerek yeni terör dalgalarına malzeme olmasıdır. Nitekim tarihimizde bu tip kalkışmalara karşı yapılan her genellemeci operasyon ve cezalandırma biçimi sonraki yıllarda örgütlerin oksijeni olmuş, onlara eleman kazandırmada önemli işlev görmüştür. Mesela, Dersim isyanında sınırların aşılmasının yarattığı travma, sonraki nesilleri devletle sorunlu hale getirmiş, örgütlere eleman devşirmede büyük imkan yaratmıştır. Bölgede PKK'ya katılanların hemen hemen tek gerekçesi Dersim'in hafızalara kazınan trajik hikayeleridir. Keza, cezaevlerinde uygulanan işkenceler de aynı fonksiyonu görmüştür.Tahliye olan kendini dağa atmıştır. Cezada sınırların aşılması ve hukukun dışına çıkılması kısa dönemde suçu bastırmaya neden olsa da, uzun vadede daha büyük patlaklara neden olmakta, terörle mücadelede insan maliyetini düşürmek yerine daha da artırmaktadır.
FETÖ, siyasetçilerin birbiri ile rekabette kullanacakları bir alan veya araç değildir, bu bir devlet meselesidir, hesabı da hukukla suç işleyenler arasındadır. Yargı, suç ve suçluyu hedef alır. Siyasetçi ise siyasi rakiplerini hedef alır. Meselenin siyasetin gündemine düşmesi demek, FETÖ davalarının suç ve suçlu yerine, siyasi ve şahsi hasımları hedef alması demektir. Bundan adalet çıkmaz, tam aksine siyasi ihtirasların ağına takılmış mağdurlar çıkar.
Siyasi rekabetin siyasi ve ahlaki bir zeminde yürümesi siyasetçiyi zayıflatmaz,büyütür.Başkalarını yererek, suçlayarak itibar kazanılmaz. Türk siyaseti övgü ve yergi üzerine kurulmuştur. Kamplaşmayı, toplumsal çatlamaları besleyen de budur.On binlerce KHK mağduru bu mantıkla yaratılmış, rejim değişikliği bu davalar köpürtülerek, bir susturma, muhalefetsizleştirme aracı haline getirilerek gerçekleştirilmiştir. FETÖ davaları bir ikbal ve dönüştürme aracı olmaktan çıkarılıp, yargı alanında tutulmadığı müddetçe çıkarcıların elinde bir mikser gibi kullanılmaya devam edecektir.Siyaset veya siyasetçi Yargının rolüne soyunmaktan vaz geçmelidir.