SEVR’DEN LOZAN’A
LOZAN’DAN SEVR’E
HEDEF AMASYA!
O zaman çalıştığımız televizyon kanalında Attila ağabey (İlhan) danışman olarak bulunuyor ve her Salı ve Perşembe öğleden sonra, odası onu dinlemek isteyenlerle dolup taşıyor. Nadiren onu yalnız yakalıyordum. 2003. Bir yaz günü. Bana Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan Barış Antlaşması'nda içini dağlayan maddelerden sözediyor.
‘Gençler bilmiyor!’ diyor. ‘Lozan’dan sonra 13 yıl boyunca, Mustafa Kemal Paşa, batılıları Boğazlar sorunu için karşısına oturtmaya çalıştı. Lozan Antlaşması, yedi düvele karşı büyük bir başarıydı. Ama Türk boğazları, Çanakkale, Karadeniz ve Marmara denizi, ‘Boğazlar komisyonu’ adı altında Türk ve yabancılardan oluşan bir komisyonun denetimine bırakılmıştı.. Ege adaları Türk hakimiyeti dışında kalmıştı. Bu onun içini dağlıyordu.’
Yıl 1923. Yepyeni bir cumhuriyet, içte ve dışta düşmanlarla çevrili. Yeni cumhuriyeti göçertmek için türlü plan yapılıyor. Batı kurtuluş savaşının rövanşı için sinsi sinsi bekliyor.
Lozan Konferansı'nda batılı devletler türlü ayak oyunları deniyorlar. Sonunda Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir ülke olarak tanınıyor. Atatürk Lozan’ı ‘tarihte emsali olmayan bir siyasi zafer’ olarak niteliyor. Ama 1936’ya yani Montrö’ye kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın içine sindiremediği ‘derhal kalkmalı’ dediği kayıtlar kağıt üstünde kalıyor.
Montrö anlaşması ile Lozan’da eksik kalanların tamamlandığını, Türk boğazlarının egemenlik haklarının nasıl bir mücadele sonucu geri alındığını anlatıyor ve ‘Mustafa Kemal zamanında Türkiye haklarını savunan, Müdafaa-i Hukukçu bir Türkiye idi!’ diyor.
Batı desteği ile çıkarılan isyanlar birbirini takip ediyor, bunlarla baş ediliyordu. Boğazlar yabancı denetimden kurtarılıyor
Ve ölümünden sadece 9 yıl sonra ‘tam bağımsız, Müdafaa-i hukukçu Türkiye’ ‘Yeni Tanzimatçı Türkiye’ye dönüşüyor.
‘Yeni Tanzimatçı Türkiye!’
1947’de yapılan ABD yardımı ile Türkiye, yargı, ekonomi, politika, eğitim, savunma konularında Amerika’ya bağlanıyor. İnönü dönemi böyle sonlanıyor. Menderes döneminde Türkiye NATO’ya giriyor. Girişinin 7. ayında İzmir'de müttefik kara kuvvetleri karargahı kuruluyor. .
1954’de NATO’nun Türkiye topraklarında askeri tesisler ve üstler kurması ve askeri personel bulundurulması kabul ediliyor!
Yedi Düvel’e meydan okunan Lozan Barış Antlaşması, bugün hala ABD tarafından kabul edilmiyor. Kabul etmiş görünenler de hem içte hem dışta, aslında SEVR’e bağlı olduklarını her fırsatta ilan ediyor. Parçalanmış bir Türkiye özlemlerini, demokrasi kılıfına sarıp kafamıza indiriyor.
1923'de Lozan’la bağımsızlığını ve özgürlüğünü cümle aleme ilan eden, 1936’da Montreux ile Bogazlarda yabancı denetimine son veren bir Türkiye, ‘Tanzimat kafalı’ yöneticiler eliyle vatan topraklarını, bir zamanlar savaştığı batılı ülkelerin emrine tahsis ediyor! Ve her gelen yönetim açılan yolda hızla yürüyor. Türkiye’nin hukukunu savunmak bir yana, Türkiye’yi hukuk’tan temizlemek için elinden geleni yapıyor.
Lozan’ın 87., Montrö’nün 74. yıl dönümünde, Mustafa Kemal’in ordusuna karşı en büyük saldırıya tanık olduğumuz bugünlerde, milletçe, onun sözlerine ve çözüm önerilerine kulak vermeliyiz. O dahice çarelerini sadece yaşadığı gün için değil, çok sonrası için de formüle etmişti.1920’de durumu söyle saptıyordu:
‘…..Batılı devletler, bazı makamların kesin teslimiyet taraftarlıklarından istifade ederek çalışmaktadırlar.’
‘Batılı devletler, ancak, zayıf ve kararsız hükümetler sayesinde amaçları doğrultusunda ilerleyecekler, zayıf ve kararsız hükümetler, dış baskılara boyun eğerek, iç kuvvetlerin gelişmesini kısıtladıkları gibi, kamuoyunu da devamlı surette korku ve endişe içinde tutarak, resmi ya da gayrı resmi kararların alınmasına engel olacaklardır.’
Ocak 1920’de bugünü tarif ediyordu!
Düşman devletlerin özellikle İstanbul’da, işbirlikçi zevat vasıtasıyla, yanlış telkinlerle halkın yönlendireceğini, Türkiye’nin içeriden kuşatılacağını ve son aşamada, milli güçlerin geniş çapta tutuklamalara uğrayacağını, susturulacaklarını ve ‘idam hükmü taşıyan barış şartlarının tebliğ edileceğini’ söylemişti.
Milli güçler ve Milli irade
İşte bu koşullarda halkın örgütlenmesi, makus talihine karşı ‘yeter’ demesi için harekete geçilmişti:
Hareketin ilkeleri, 6 ay önce, Haziran 1919’da Amasya genelgesinde kağıda dökülmüştü:
1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5- Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tezelden toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
Böylece ‘"Ulusal Mücadele"nin işaret fişeği çakılmıştır.
3 ay sonra, Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanmış, milli güçler ve milli iradenin hakim kılınacağı ilan edilmiştir. Manda ve himayenin kabul olunamayacağı tüm dünyaya ilan edilmiş, Millî kurtuluş hareketinin parolası belirlenmiştir: "Ya istiklal ya ölüm!"
Millî vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir. Anadolu İhtilalinin ilk gazetesi "İrade-i Milliye" Sivas'ta yayına başlamıştır.
Tüm bunların ortasında "Ya başaramazsanız?" diye soran Amerikalı gazeteciye, M. Kemal Paşa şu yanıtı vermiştir:
"Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir."
Banu Avar 2010