Kendim şahsen kuru gürültülerden, kuru kalabalıklardan ve her türlü yüksek sesli ortamlardan kaçan biri olarak 6 Şubat'tan bugüne sessiz kalmaya hiç gelemiyorum. Sessiz bir ortamda kafa dinlemeye gelemiyorum. Eskiden televizyonun saatini ayarlayarak uyurdum şimdi ona bile gelemiyorum. Balkonda bile radyoyu açmadan duramıyorum. En ufak bir sessizlikte yer sürekli altımdan kayıyor gibi. Ev durmadan sallanıyor gibi. En ufak bir elektrik kesintisinde büyük bir deprem olacakmış gibi endişe ile yaşıyorum. Konuştuğum birçok arkadaşın benzer bir durumda olduğunu görmek bana teselli vermiyor, kaygılarımı daha da arttırıyor.
Ben ki her gün kendimi saatlerce dinleyen biriydim. Öyle ki sırf bütün gürültülerden uzaklaşayım diye izbe çay ocakları keşfeder, Karadağın eteklerine yaslanır, köy yollarına düşerdim. Şimdi şehirden üç beş kilometre uzaklaşsam içimde binbir türlü endişe. Uzaklaşmıyor değilim ama şehre ait tüm endişelerimi de yanımda götürüyorum.
Hepi topu günde 2 saat uyuduğum uykudan defalarca deprem oldu korkusuyla uyanıyorum. Her defasında avizelere bakıyorum sonra televizyonun sesini açıyorum, sonra bütün lambaları açıyorum, sonra dolaptan bir bardak su alıp içiyorum, sonra 3 - 5 dakika mutfaktaki televizyonu açıp altyazılardan günün özetini izliyorum, sonra dışarılara bakıyorum, kimse sokağa çıkmış mı diye bakıyorum, sonra sabahın altısında tekrar uyandığımda uyandığım güne şükrediyorum.
Kesintisiz 6 ayı aşkın bir zamandır bu minval üzereyim.
Sessizlik diyorum sessizlik, ömrümün anlamıydı. Şimdi en büyük endişem olmuş.