Dinin lafzen konuşulduğu yerde şekilcilik vardır . Görünüşte herkes dindardır. Erkekler takkeli,sarıklı, kadınlar başörtülü, çarşaflıdır. Her kurulan cümle Allah, inşallah sözcükleriyle biter. Ama bu dini görünüşün içinde içselleşmiş bir İslam'dan söz etmek mümkün değildir.
İslam dünyasına bakınız. Müslümanlar, hem İslam fıkhına göre giyinip mütedeyyin görünmeyi, hem de Karun gibi yaşamayı hayel etmektedirler. Bir yandan Kapitalizmi lanetleyip Abuzer'in yoksulluğundan dem vurup övğüyle bahsederken diğer yandan zengin olma hayalleriyle iktidarla iş tutmayı maharet, liberal yaşamayı erdem kabul etmektedirler.
Her Cuma hutbede imamın adaletli ve ihsan sahibi olunuz ayetini can kulağıyla dinleyip kendinden geçenler, insani ilişkilerde birbirini yemek için kavga etmektedirler. Her Allah ve Muhammed adı geçtiğinde gözyaşı dökenler, bir arada yaşadığı Mehmetleri Ahmetleri ezmek için her yolu meşru görmektedirler. İslam'da köle hakkından bahsedenler, işçinin hakkını gasb ederken hiç bir sıkıntı duymamaktadırlar.
Aslında dini lafzen yaşayan Müslümanların, İslamı içselleştirme sorunu vardır. Şekilcilikten öteye gidemeyen dini anlayış ikiyüzlü, ruhsuz, ahlaki olmayan bir toplum inşa etmiştir. İçselleşmeyen din, bilinmelidir ki, dinamizmini kaybeder ve müntesipleri ise körleşir, kokuşur...
Müslümanların gerek Batı, gerek kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar işte bu şekilcilik, ruhsuzluk ve ikiyüzlülükten kaynaklanmaktadır. Toplum lafzen ve şeklen dindarlaşırken ruhen yoksullaşmıştır. Bugün içi boşaltılmış bir İslam ile karşı karşıyayız. Müslümanların bu sıkıntılı durumu bana Shakespeare'in meşhur Hamlet oyunundaki kahramanlardan birinin şu sözünü hatırlatmaktadır: "Danimarka çürümüştür!" Shakespeare'den amaneten aldığım bu sözden ilhamla ben de "İslam dünyası çürümüştür!" demekten kendimi alamıyorum.