Havalar malumunuz, sıcak ötesi bir sıcak var. Cehennemin kazanları Şanlıurfa'nın ya da Adana'nın altına kurulmuş olsa bile borularının Adıyaman'ın altına döşendiğinden hiç şüphemiz yok. Merkez üssü Pazarcık olan 6 Şubat depreminin Pazarcık ve Kahramanmaraş'tan çok adıyaman'ı vurması gibi.
Şehir deseniz darmaduman, ne oturacak ne soluklanacak bir mekan kalmış. Arkadaşlar deseniz bir çoğu bizim gibi henüz tam olarak bir yerlere yerleşebilmiş değil. Böylesi durumlarda kimsenin kimseye gideceği de yok.
Dolayısıyla bugün de kimse ziyaretimize gelmedi. Bizim de ziyaretine gideceğimiz kimse olmayınca Roma Havuzuna bir uğrayalım dedik. Giderken de elimiz boş gidelim istemedik, bir de her ihtimale karşı yanımıza emanet bir bıçak aldık.
Hayır, karpuzu kesmek için değil, onu her halükarda yerdik. Olası köpek balıklarına karşı kendimizi korumak için.
Roma Havuzunun adı dışında havuzla herhangi bir ilgisi yok. Yalnız dehşet soğuk ve içimi mükemmel olan bir suyu var. Aklıma estikçe uğradığım ve ayaklarımdan önce dudaklarımı suyuna değdirdiğim bu küçük bir kasabaya yetecek kadar suyu olan yerin bir de çok eskilere dayanan bir mazisi var. Ki zaten adını da oradan alıyor. Bu konuyu araştırmacı tarihçi arkadaşlara bırakalım isterseniz.
Roma Havuzuyla bildiğiniz anlamda bir sohbetimiz olmadı. Neden kendilerini ziyarete gittiğimi sormadı. Çünkü amacım baştan belliydi, serinlemek için. Ayaklarını soğuk suya değdirince İnsanın ister istemez bütün harareti gidiyor. Daha sağlıklı düşünebiliyor mesela kısa bir süreliğine de olsa.
Böyle bir durumdayken bile şehre dönüş fikri geriyor insanı. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı, her siyasetçinin dönüp dolaşacağı yer Türkçü dükkanı olduğuna göre ne kendimizi ne de Roma havuzunu yormanın anlamı vardı.
Ben suyun akışından su benim bakışımdan anladı beyhude yorulduğumuzu.
Su olup akmak isterdim derelere, nehirlere, denizlere ama akarken asla kirlenmek istemezdim kimseler tarafından. Ama su asla ben olmak istemezdi dönüşü enkazlardan, molozlardan, sıcaklardan ibaret olan bir şehre...