Savm yani oruç, lügatte, yemekten, içmekten, konuşmaktan yürümekten ve cinsi münasebetten uzak durmak demektir.
Dini bir terim olarak ise, bir kimsenin tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadar geçen zaman diliminde ibadet niyetiyle yemekten-içmekten ve cinsi münasebetten kendini uzak tutması demektir ki, buna “İmsak” da denir.
Oruç ibadeti şu veya bu şekilde İslamiyet öncesi toplumlarda köklü kadim ritüeller arasında yer alır. Başlarına bir musibet geldiğinde, kıtlığa maruz kaldıklarında yahut Allahın öfkesine maruz kalacaklarını düşündüklerinde veya Kâhinler ilhama hazırlık yaptıklarında, günahlarını affettirmek ve arzu ettiklerine kavuşmak için oruç tutarlardı. O bakımdan Kur’an’da müminlere önerilen orucun, Arap yarımadasında “evvelumâşüria” kabilinden türedi bir teşri’ olmadığı bir vakıadır. Şöyle ki Yahudi ve Hristiyanlarda bilindiği gibi onlarla irtibat halinde olan cahiliye Arapları tarafından da bilinmekteydi. Yesrib Ehli, aralarında olmaları hasebiyle Yahudilerin orucuna, Irak ve Şam Arapları da aralarında bulunan Hristiyanlaşmış Araplar sebebiyle Hristiyanların orucuna vakıf idiler.
Oruç, İslam öncesi Arap yarımadası topluluklarının hasseten İbranilerin en temel ritüelleri arasında yer alıyordu. Tevrat’ta da Hz. Musa’nın Tur Dağında kırk gün oruç tuttuğundan, Hz. Davud’unve İsrailoğulları peygamber ve önderlerinin aynı zamanda halkının çeşitli nedenlerle oruç tuttuklarından bahsedilmiştir.
İsrailoğullarında, dua etme, elbiseleri yırtma,çula kuşanma, küle oturma ve başa toprak serpme ritüelleri arasında adam öldürme, putlara tapma vb. günahlara kefaret olması yahut bir isteğin yerine gelmesi, hastalık, bela, savaş ve kıtlığın kaldırılması, yolculuk esnasında can ve malların düşman saldırısından korunması şeklinde çeşitli maksatlarla oruç tutulduğunu görüyoruz. Benzer şekilde orucun, savaşta öldürülen İsrailoğulları ve liderlerinin ardından, Rab’ın huzurunda dua, ağlama, ağıt yakma, çula sarılma, küle oturma, yakmalık ve esenlik sunuları arasında icra edilen yas yahut tam aksine düşmandan kurtuluşu kutlama ayinleri arasında yer aldığı da bilinmektedir.
Yukarıda görüldüğü gibi sadece Tevrat’ta değil, İncil’de de Yahyâ ve Ferisilerin, Pavlus/Saul, Barnaba’nın ve Anna adında kadın bir Peygamberin oruçlarından54 ve Hz. İsa’nın Hz. Musa’dan tevarüs ede gelen kırk günlük orucundan söz edilir.
İslam öncesi Arap yarımadasında Yahudi ve Hristiyanların orucu maruf olmakla birlikte hangi gün ve aylarda ne kadar gün oruç tutulduğu, benzer şekilde Kureyş’in yahut Medine’li Arapların Ramazan’da bir ay oruç tutma adetinin olup olmadığı konusunda kesin bir şey söylemek mümkün görünmemektedir. Bununla beraber Arap töresi, oruç Müslümanlara farz kılınmadan önce, onların oruç vb şerî kavramları hem luğavîhem de pratik boyutunu ifade eder şekilde ıstılahî anlamlarında kullandıklarını, oruç, namaz, zekât ve hac gibi ibadetleri bildiklerini ve Allah’ın onlara bildikleri ve tatbik edegeldikleri şeyler dışında herhangi bir şeyle hitap etmediğini hiç şüphesiz ortaya koymaktadır. İslam öncesi Arapların bu aşırı sıcak ayda oruç tutmalarından dolayı bu ayın “Ramazan” diye isimlendirildiğinden,Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi cahiliye Arap şairlerin şiirlerinde oruç tutanların cennetteki mükâfatından, orucun başlama vaktini ifade eden beyaz ve siyah iplikten bahsedilmiştir,
Benzer şekilde cahiliyede Cerîr b. Abdillah el-Becelî’nin Halit b. Ertâ el-Kelbî ile münâferetinde kendilerinin bir ay oruç tutmuş olmalarıyla övündüklerine dair rivayetler yer almıştır. Bu son rivayet, bir ay oruç tutmanın cahiliye Araplarında iftihar vesilesi olan maruf bir adet olduğunu ortaya koysa dabunun Ramazan ayı orucu mu yoksa başka bir ayın orucu mu olduğunu söylemek oldukça zor olacaktır. Çünkü “sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” şeklinde orucun sadece Müslümanlara değil öncekilere de farz kılındığını ifade eden ayet ışığında Ramazan ayı orucunun bu ümmete mi yoksa daha öncekilere de mi farz olup olmadığı tartışma konusu olmuş ve kaynaklarda farklı yorum ve rivayetler yer almıştır.
Genel olarak iki yaklaşım ortaya çıkmıştır. İlk yaklaşımda rivayetler ve bunlara dayalı yorumlarda önceki toplumlara (Yahudi, Hristiyan ve diğer tüm insanlara) farz kılınan orucun zaman/ay ve adet, miktar yönüyle değil de hüküm ve vasıf yönüyle İslam’daki oruçla aynı olduğu ileri sürülürken ikinci yaklaşım da Müslümanlara farz kılınan orucun hem kemmiyet, adet, miktar hem de keyfiyet ve zaman yönüyle öncekilere farz kılınan oruçla aynı olduğu kabul edilmiştir.Birinci yaklaşımı ileri süren rivayetlerde Ramazan ayı orucu farz kılınmadan önce, Medine’de Yahudilerin güneş battıktan sonra gecenin ilk üçte birinden (ateme) diğer üçte birine kadar oruç tuttukları, uyuduktan sonra herhangi bir şey yiyip içmedikleri ve cinsel ilişkide bulunmadıkları,İslam’ın başlangıcında Hz. Ömer ve Ebû Kays b. Sirme’nin zor duruma düşünceye kadar ardından fecre kadar yeme içme ve cinsel ilişki yasağını kaldıran ayet nazil oluncaya kadar Müslümanların da bu oruç üzere devam ettikleri ifade edilmiştir. Benzer şekilde Medine’de Yahudilerin her aydan ve her Aşûre gününden üçer gün oruç tuttukları Hz. Peygamber ve Müslümanların da Medine’de hem Aşûre orucunu hem de her ayın eyyâmu’l-biyez denilen on üç, on dört ve on beşinci günleri oruç tuttukları ve bu üç gün oruç tutmanın da önceki milletlere ve İslam’ın başlangıcında Hz. Peygambere ve Müslümanlara farz/vacip olduğu ancak Bedir gazvesinden bir küsur ay önce Ramazan ayı orucu (Şehr-ü Ramazan) ayeti ile neshedildiği kaydedilmiştir. Dolayısıyla bu yaklaşım ve rivayetlere göre “sizden öncekilere farz kılındığı gibi” ayetinde İslam öncesinde farz kılınan oruç, Ramazan orucu değildir, farz yahut nafile olarak her aydan üç gün ve Aşûre günü tutulan oruçtur. Ancak daha sonra bu oruç, “Ramazan ayı…içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin” ayetiyle neshedilmiştir. Bu yaklaşım ayette geçen “belli günler” ifadesiyle de teyid edilmeye çalışılmıştır.
İkincisi de adet, miktar ve vakit yönüyle Ramazan ayı orucunu daha kadim köklere önceki milletlere irca’ eden yaklaşım ve rivayetlerdir. İster nafile/tatavvu ister farz türünden olsun her ne kadar bu ümmetten önce herhangi bir orucun farz olmadığı, bunun Hz. Muhammed ve ümmetine özgü bir ibadet olduğu Şafiîlerde yaygın olsa da Ramazan orucunu tutan ilk kişinin Hz. Nuh ve kavmi olduğu hatta Hz. Âdem’den beri farz olduğuda ifade edilmiştir.İslam âlimleri, “sizden öncekilere farz kılındığı gibi” ayetinden hareketle aslında Ramazan ayı orucunun iptidâen şer’ olunmadığı, bunun daha önce Yahudi ve Hristiyanlara farz kılınmış olduğu nevar ki Yahudilerin bu orucu değiştirip sadece Firavun’un boğulduğu gün anısına tutulan Aşûre günü orucuyla sınırladıklarını ileri sürmüşlerdir.
Benzer şekilde bu orucun uyuduktan sonra herhangi bir şey yememeleri, içmemeleri ve kadınlara yaklaşmamaları şeklinde Hristiyanlara da farz kılınmış olduğu ancak bunun onlara zor geldiği, dolayısıyla toplanıp yaz ve kış mevsimleri arasında şemsi bir mevsimde/ilkbaharda bir oruca başladıkları ve işledikleri günahlara keffâret olsun diye on gün ilave ettikleri, daha sonra başlarına gelen ölüm, hastalık ve felaketlere kefaret olsun diye bir on gün daha ilavede bulunup bu orucu elli güne çıkarıp değiştirdiklerinden söz edilir. Müslümanların da Ramazan ayı orucu farz kılınıncaya kadar bu orucu tutmaya devam ettikleri ta ki EbîKays b. Sirme ve Ömer b. Hattabmuzdarip oluncaya kadar bu oruca devam ettikleri, daha sonra fecrin doğuşuna kadar yeme, içme ve cinsel ilişkinin helal olduğunu bildiren ayetin nazil olduğu ifade edilir. Dolayısıyla iftarı yapıp akşam namazını kılıp uyuduktan sonra ertesi gün fecre kadar herhangi bir şey yememek, içmemek ve cinsel ilişkide bulunmamak şeklinde İslam öncesinde var olan bu orucun, İslam’ın başlangıcında da devam ettiği ancak sonra nesh olunduğu kaydedilmiştir.
Rivayetlerde aslında bu orucun cahiliyede değil de İslam’ın bidayetinde farz kılınan ilk oruç tipi olduğu, daha sonra “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı…artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin içinyazıp taktir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin için…” ayetiyle neshedilerek şafağa kadaryeme, içme ve cinsel ilişkinin serbest kılındığından da söz edilmiştir.
Oruç, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin ortalarında farz kılınmış, onun döneminde toplam dokuz Ramazan yaşanmış, bunun ikisi (Bedir ve Mekke'nin fethi) savaş ve sefer mevsimine denk geldiğinden Hz. Peygamber ve ashabın çoğunluğu Ramazan ayını seferde geçirmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber ve sahabeler toplam yedi Ramazanı birlikte geçirebilmişlerdi.