Ömer'im size iki Ahmet'in dramını anlatacağım
Aslında bu onların değil Türkiye'nin dramı
Biri Ahmet Rıza Bey. o bir Osmanlı aydını. 1859 doğumlu 1930 yılına kadar yaşamış diğeri Ahmet Sürgeç. 1938 doğumlu hayatta; ancak şu anda alzheimer hastalığıyla cebelleşiyor.o da Avrupa'yı gördü. Ikisi de yüzer yıl arayla Avrupa'da yaşadı.
Ahmet Rıza Bey eğitim ve ziraat ıslahatları hususunda padişah efendimiz Sultan Abdülhamid'e raporlar sunardı. Sultan Abdülhamid bundan memnun olur raporların gönderilmesini ondan rica ederdi.
Ahmet Rıza Bey daha sonra Avrupa'ya gitti.Avrupa'nın gelişmişliğini, ekonomisini sanayisini araştıracağına politikayla uğraşmaya başladı .Osmanlı topraklarında Meşrutiyet ilan edilince kurtulacağını zannetti. istibdatçı olarak gördüğü padişaha karşı siyasi mücadeleye başladı. Artık padişah onun raporlarına değil siyasi faaliyetlerini odaklandı. Attığı her adımı takibe aldı.
Ahmet Sürgeç ise ilkokul mezunuydu. Elazığ'ın Bir köyünde çiftçilik ve hayvancılık uğraşarak hayatını kazanıyordu. Fakirdi henüz makine Türkiye köylerine girmemişti, traktör yoktu, Patos yoktu, döver biçer yoktu. Öküzle tarlasını sürüyor buğdayını harmanda öküzlerin ardına taktığı gemle taneyi samandan çıkartıyordu 32 yaşında O da Avrupa'ya gitti.
Almanya'nın en disiplini kurumlarında ağır döküm fabrikalarında traktör fabrikalarında, inşaat firmalarında çalıştı. Bir mühendis kadar bir makinanın en ince ayrıntısına kadar biliyordu.
Türkiye motor üretseydi o ve arkadaşları hazır bir usta olarak o fabrikalarda yetişmiş bir eleman olarak çalışabilirlerdi. Elazığ'da ev aldı Elazığ mahalleleri henüz kanalizasyon şebekesi kurulmamıştı, foseptik çukurlarda atıklar toplanıyordu, kanalizasyon kurma işleri başlayınca bu işi yapan işçilere, başındaki yetkililere şunu söylüyordu ' şu boruları iyi döşemyorsunuz, zemini sağlamlaştırmadan koyduğunuz şu beton borular toprağa gömülür kanalizasyon çalışmaz! diye itiraz ediyordu. Türkiye'nin kalkınması için mutlak surette otomobilini, kamyonunu, traktörünü, uçağını kendisinin üretmesi gerektiğini söylüyordu. Türkiye'den dışarıya para kaçımamalıydı, ithalatçı olmamalıydı, diyordu .
Ahmet Efendi ilkokul mezunu askerlik dışında köyünden dışarı çıkmamış biri olmasına rağmen Avrupa'nın gelişmişliği karşısında asla aşağılık kompleksine düşmemişti onların yaptıklarını bizde disiplinli planlı programlı çalışırsak yaparız diyordu.
O dinine inanmış samimi bir mümin ve müslümandı. Ancak onu Almanya'ya gönderenler çağdaşlığa açılan kapı diye ugurlamışlardı. Davulla zurnayla mehter marşı ile göndermişlerdi. Halbuki arkadaşlarıyla ilk gittiklerinde onları karşılayan işverenler onun gibi diğer Türk işçilerini domuz ahırlarında misafir etmişlerdi. Köyünde gördüğü geleneklerle Almanların gelenekleri çok farklıydı. Bu konuda bir müslüman olarak kendilerini manevi alanda Almanlardan çok üstün görüyordu. Almanlarla kaynaşması entegrasyon ona göre mümkün değildi dönüp geleceği yer vatanııydı 40 sene kaldğı Almanya'ya hiçbir zaman uzun vadeli olarak bakmamıştı. Çocukları oraya yerleşsin diye düşünmemişti ilk gittiklerinde diğer vatandaşları ile bir arada olmak, birlikte namaz kılmak acıları birlikte yaşamak için küçük topluluklar oluşturdular, maalesef Almanya'daki işçilerin parasal varlıklarını sezen, gören bazı kuruluşlar, partiler, dernekler cemaatler, onları istismara kalkılar ,sağmal bir inek olarak gördüler Türkiye'deki bazı cemaatler siyasiler partiler oralara el attılar. Türkiye'deki hastalıkları oraya da bulaştırdılar Teknik bir eleman olarak bu ülkenin kalkınmasında kullanılmaları gerekirken maalesef ülkelerindeki siyasetin bir tarafı oldular. Kimisi Milli görüşçü ülkücü Süleymancı Nurcu vs oldu
Hatta Türkiye'de idare ettiği Müftülüğü hijyenik kurallarına riayet etmediği için müftülük binasının üstündeki Kur'an kursunun mikrop yuvası haline geldiğini bundan dolayı işten el çektirilmesi lazım gelir diye sıkıyönetim Komutanlığı tarafından Diyanete yapılan uyarı üzerine emekliye sevk edilen Cemalettin Kaplan bile Almanya'ya gidip binlerce işçiyi kandırmayı başardı.
Ahmet Efendinin bağlı bulunduğu teşkilat tekniğin pratik bilgisine sahip onu ve arkadaşlarını Şevki Yılmaz gibilerin demogojisine ve tesirine bırakıldı. Çünkü Ahmet Sürgec'in oğlu Şevki Yılmaz adını ilk kez onun Almanya'da getirdiği video kasetlerinde duydu konuşmasını dinledi.
Ahmet Rıza Bey ile başlayan Bu politik süreç bu ülke insanının ülkenin geleceğinin heder edilmesine yol açtı.p
Biz insanımıza sahip çıkamıyoruz Eğer 50 yıl önce yurtdışına gönderdiğimiz işçileri disiplinli bir şekilde takip etseydik ve bu ülke milli kalkınma politikaları takip etseydi şimdi çok farklı bir yerde bulunurdu. Asla ülkemizdeki sonuç almayan kısır siyasi çekişmelere onlara alet etmemeliydik onların parasıyla kurulan yatırımları irticai listeler diye damgalayıp paralarını batırmamalıydı Öyle bir hale geldi ki Avrupa'daki işçilerin parası artık bu ülkede değerlendirilmiyor