Öğrencilik yıllarımızda (bursa –heykel karşısı bir yerlerde)her pazar kitap, dergi vs. sergisi olurdu. Hem kitap, hem dergiler çoğunluk ikinci eldi. Bizim de paramız zaten hiçbir şeyin yenisini almaya yetmezdi. Zorunlu abone olduğumuz dergiler dışında, işte o kitap sergisinden Nokta, 2000’e doğru gibi politik, güncel dergilerin eski sayılarını alır, sonraki hafta götürür, cüz’i bir miktar ekleyerek başka eski sayılarla değiştirirdik.
Nokta Dergisi’nin çokça eski sayısı vardı ama 2000'e Doğru, 1987 yılından itibaren çıktığı için hem çok eski sayısı olmaz, hem de fiyatı biraz daha yüksek olurdu.
Diyeceğim şu ki, Türkiye’de kendince fikir sahibi olduğunu iddia edip dergi, kitap vs. çıkaran hemen hemen herkesin yayın organlarını takip ederdik. Birimiz Cumhuriyet, diğerimiz Milli Gazete alırdı mesela… Diğer gazeteleri okumak için çay ocaklarına gider, tek çayla saatlerce gazete okurduk. Ama ne dergiler, ne de gazeteler şimdiki gibi ideolojik değildi. Hiçbirinin hatları şimdiki kadar keskin değildi.
Okuduklarımdan yola çıkarak şunu söyleyebilirim, kendimi hiç zaman hiçbir yere (parti, cemaat, tarikat vs…) ait görmedim. Kendini bir yere ait görenleri de küçümsemedim. Bu ülkede gücüm, imkanım, zamanım ölçüsünde dünya görüşünü ve siyasal düşüncesini umursamadan okunmaya değer her şeyi okumaya çalıştım. Okuduklarımdan dolayı hiç yalpalamadım, her okuduğumun dümenine girmedim.
Uğratıldığımız belaların çoğu hep kendimizi mensup olduğumuz yerin kölesi olarak görmemizden kaynaklanıyor ve tek taraflı yaptığımız okumaların dışında hiçbir doğru olmadığına inanmamızdan…
Bilsen dünyada ne güzellikler var; kalk gidelim…
Necati Atar