Bilakis Dergisinde yayınlanan Napolyon yazımdan bir kaç alıntı.
Carlyle Kahramanlar kitabında “Avrupa’nın ilk tarihi dini, putçuluk olmuştur,” diye yazar. Ancak Avrupa’nın yalnızca dini putçuluğu değil, siyasi ve askeri tarihinde de putçuluk güçlüdür. Siyasi ve askeri putçuluğu üzerinden kendince bir tarih inşa etmiş ve bu putçuluk tarihini üçüncü dünya ülkelerine de yutturmuştur. Avrupa tarihini hayranlıkla okuyanlar, gerçekte bu tarihin arkasındaki gizli putçuluğu göremezler. Ancak çok dikkatli bir okuyucu bu putçuluğu görebilir.
Roma pagan ve putçu bir imparatorluktur. Aynı şekilde onun devamı olan Hristiyanlık da öyle. Bir nevi Roma’nın dinselleşmiş şeklidir Hristiyanlık. İskender bir puttur, Sezar bir puttur, İsa bir puttur. Yakın zamanın büyük devlet adamı Napolyon dahi bir puttur. Öyle ki, “kahraman putlaştığı zaman ölür” diyen Napolyon putlaşmaktan kurtulamamıştır. Carlyle, Stendhal ve Balzac’ın Napolyon biyografilerinde bunu açıkça görmek mümkündür.
Napolyon’un hayatı hakkında birçok eser yazılmıştır. Çünkü yakın tarihte yaşamış bir kahraman olduğundan onun hakkında herkes yazmış, kanaatini bildirmiştir. Ancak biyografik eserler genellikle bir hayranlık sonucu kaleme alındığından, anlatılan kişiler hep kahramanlaştırılıp putlaştırılmıştır. Napolyon biyografilerine baktığımızda, herkesin bir Napolyon’u olduğunu görürüz. Ve bu Napolyon kim tarafından anlatılmış olursa olsun hep kahraman olarak tanımlanmıştır. Askeri dehası ve talihin yardımıyla girdiği savaşları kazanıp kahraman olmuştur. Oysa güçlü bir aristokrasinin hâkim olduğu Fransa’da Napolyon gibi kenardan gelmiş bir insanın yükselmesi mümkün değildir. Hatıralarında “Ben devrimle geldim, kılıçla tahtıma oturdum, ancak savaşla iktidarımı sürdürebilirim” demiştir. Bu yüzden hayatı hep savaşlarla geçmiştir.
Napolyon kalem ve kelâm erbabıdır. Henüz genç yaşında Korsika tarihini yazmış, büyük adamların veciz sözlerini henüz bir öğrenci iken ezberlemiştir. Daha sonra kendi hayatından ilhamla savaş ve siyaset üzerine yüzlerce veciz söz söylemiştir. Onun hatıralarını okuyanlar, bir hatıradan öte büyük bir adamın derin tefekkürünü, görür. Napolyon, yükselmek ve büyük adam olmak için güçlü ve bilgili kadınlara sahip olmak gerektiğinin farkındadır. Josephine ile evlenmesi bu yüzdendir. Karşılaştığı olumlu veya olumsuz olaylardan kendine hisse çıkarmıştır. Örneğin; Toulon zapt edilmiş, Napolyon binbaşı rütbesine terfi etmiştir. Kuşatma sonrasında kardeşiyle alanı incelerken ölen askerlerin topluca gömüldüğü yerleri işaret ederek “toprağın yükseltisi gömülenlerin miktarını anlamak için yeterlidir” der. Ölen askerlerden geride kalmış şapkalar, kıyafetler ve silah yığınları yüzünden savaş meydanında zor yürümektedirler. Napolyon kardeşine “bunu iyi belle genç adam” diye seslenir, ardından “bu sahneden bir asker için elinde olanı iyice tetkik etmenin bir vicdan meselesi olduğu kadar bir ihtiyat meselesi olduğunu iyi öğren. Bu cesur adamları buraya hücuma sevk eden zavallı, şayet işini bilen birisi olsaydı, bunların arasında büyük bir kısmı şimdi hayatının tadını çıkarıp Cumhuriyet’e hizmet ederlerdi. Onun cehaleti yüzünden, gençliklerinin baharında ve tam da şan ve saadete varacaklarken, onlar ve diğer yüzlercesi yok olmuşlardır” diyerek kardeşine nasihat eder.
Kahramanlar anlatılırken sanırsınız ki hep savaşlar kazanmış, hiç mağlup olmamışlardır. Oysa Sezar, esir düşmüş, Napolyon savaş kaybetmiştir. Örneğin Cezzar Ahmed Paşa, Fransız ordusunun başında bulunan Napolyon’a karşı Akka Savaşı’nı kazanmıştır. Ama nedense bu zaferi tarih Napolyon’un mağlubiyeti olarak kayda geçmemiştir. Napolyon hep kahramanlığı ve kazandığı zaferler ile anlatılmıştır. Yine Viyana kapılarında bozguna uğrayan ordusuyla mağlup olan Napolyon, kendisini kurtaran Meraşal Messana’nın adını mağlup olduğu savaşa vermiştir. Böylece Mareşal’i taltif etmemiş bilakis onu küçük düşürmek istemiştir. Stendhal, İskender’in on üç buçuk senelik zaferlerinin onu çılgına çevirdiğini, tamı tamına aynı sürelik bir coşkunun Napolyon’u da çılgına çevirdiğini söyler. Ardından “Makedonyalı kahramanın ölüm saadetine ermiş olmasıdır. Napolyon’a Moskova Harbi’nin akşamında bir kurşun isabet etmiş olsaydı, ondan geriye ne büyük bir şan kalırdı.” demekten kendini alamaz.
Akka’da Cezzar Ahmed Paşa’ya yenilen Napolyon’a mağlubiyeti yakıştıramayan Balzac, onu Mehdi’nin yendiğini söyler. Çünkü putlaştırdığı Napolyon’un bir Müslüman’a yenilmesi asla düşünülemez. Onun kahramanlığına/tanrısallığına gölge düşürür. Bu yüzden Balzac, Napolyon’u Mehdi’nin yendiğine inanır.
Balzac’ın benzemek istediği, ideal kahramanı Napolyon’dur. Napolyon kılıç, Balzac kalem sahibidir. O kılıçla ülkeler fethetmiş, Balzac da kalemle ülkeler fethetmeye kendini adamıştır. Napolyon’un yenilgisi kendi yenilgisidir. Balzac, Napolyon’un İtalyan güneşinin ısıttığı ve insanların birbirini hiç pahasına öldürdüğü bir adada doğduğunu söyleyerek doğduğu yer ile Napolyon arasında gözü karalık ve savaşçılık bağlamında bir ilişki kurmak ister. Ardından annesinin onu tanrıya adadığını ve Napolyon’un doğduğu gün, annesinin rüyasında bütün dünyanın alevler altında kaldığını gördüğünü belirtir. Ardından onun ilahî olarak seçilmiş olduğunu belirtir: “Tabii ve muhakkak ki, sadece gizli bir taahhüdün altına girmeyi tahayyül edebilen bir adam başkalarından çok daha ileri noktalara ulaşabilir.” diye yazar. Balzac’a göre Napolyon tanrı tarafından seçilmiştir. Onun yaptıklarını bir faninin yapmasının mümkün olmadığını söyler. Napolyon’a böylesine ilâhî bir kudret yakıştıran Balzac, onun mağlubiyetlerini de ancak ilâhî olanla ilişkilendirmek mecburiyetindedir. Mısır işgalini anlatırken şöyle tasvir eder: “İşte Mısır’a varmıştık. Pek âlâ. Emirler değişti. Mısırlılar, dünya dünya olalı devler tarafından hükmedilmeye ve karıncalar kadar kalabalık ordulara alışmışlardı; çünkü orası cinler ve timsahların ülkesiydi ve orada bizim dağlarımız kadar büyük piramitler inşa etmişlerdi, krallarını diri kalsın diye piramitlerin altında muhafaza etmek fikrine ikna olmuşlardı ve bundan son derece memnundular. (…) Burada nizam yerindeydi. Fakat bütün bu insanlar arasında Napolyon’la alakalı bir kehanet dolaşmaktaydı. Kebir Bonaberdis[1], diyorlardı; bu da kendi lisanlarında ‘sultan ateş yağdırıyor’ manasına gelmekteydi ve ondan Şeytan’dan korktukları kadar korkmaktaydılar. Bu yüzden Büyük Türk, Asya ve Afrika sihre müracaat ettiler ve üzerimize bir ifrit saldılar. Bunun adı Modi (Mehdi) idi ve gökten sahibi gibi kurşun işlemez beyaz atın üstünde geldiğine ve ikisinin de dünyanın o diyarında havada yaşadıklarına inanılmaktaydı. (…) Modi veba ile iş birliği yaptı ve zaferlerimize mâni olmak için onu bizim üzerimize saldı. Dur! Herkes, kimsenin iki ayağı üstünde geri gelemeyeceği bu geçit resmine katıldı. Can vermekte olan askerler, üç sefer şaşaalı ve muzaffer bir edayla kapılarına dayanılan Akka’yı alamadılar; veba bize göre çok kuvvetli çıkmıştı.” Balzac, Napolyon’u Akka Savaşı’nda Cezzar Ahmed Paşa gibi yaşlı bir Türk subayının yenmesini hazmedememiş, gökten inen Mehdi’nin yendiğini söylemiştir. Böylece insanüstü vasıflar yakıştırdığı Napolyon, yine insanüstü ilâhî bir kuvvete yenilmiştir. Napolyon’un “kahraman putlaştığı zaman ölür” sözü işte tam da burada anlam kazanmaktadır.
[1] Arapça “Kebir Bonabardis” demek “Büyük Bonapart” demektir. Balzac’ın buna verdiği anlam tamamen asılsızdır. Büyük ihtimalle “sultan ateş yağdırıyor” cümlesinin Arapçasını bilmediğinden Kebir Bonabardis cümlesini kullanmıştır.