Son yıllarda eşinden ayrılan, ayrılma hazırlığında olan, üstelik bu arada bir sebeple işinden de olanların ne çok olduğunu biliyor ve çok üzülüyorum. Yazılarımı ve İlla Aşk kitabımı okuyanlardan gelen geri bildirimlerde kendilerinden çok şey buldukları, farkındalık kazandıkları, güç aldıklarını öğrenmekle de çok seviniyorum.
Bu konuda daha açıklayıcı bir yazı yazmak bu yüzden de kaçınılmaz oldu. Ne kendimin ne de bana güvenenlerin özel hayatlarını teşhir değil, sadece ne yapacağını bilemez halde daralmış, kırık gönüllere, pir Yesevi'nin yüce dileği gereği inşallah merhem olabilmek, bir nebze ışık tutabilmek yazma gayem.
İnsan hayatı dümdüz değil bildiğiniz üzere, inişler çıkışlarla devam eden bir imtihanlar süreci. Her şeyin sadece imtihan olduğunu öğrenmek sabrı katlıyor, dayanabilmeyi mümkün hale getiriyor çok şükür. İmtihanlar geçicidir çünkü, tıpkı bu dünyanın da, sıkıntılarımızın da geçici olduğu gibi.
"Andolsun sizi mallarınız ve evlatlarınızda eksiltmeler, artırmalarla sınayacağız "denmiş zaten ayetlerde açıkça. Öyle ise bize düşen, musibetlere güzelce bir sabır, nimetlere de artırmanın tek yolu olan bolca şükür.
Peki bu arada sınandığımız hayatımızın üyeleri olan eşimiz, evlatlarımız, yakın - uzak tüm yakınlarımızla ilgili sabrın, hoş görünün bir sınırı, kendimizi koruma görevimiz de yok mu! Elbette var ve önemli olan işte o imtihan sınırını aştı denilen çizgiyi iyi bilebilmek.
Evlenmek kadar boşanmak da hak ancak biliyoruz ki Rab'bimizin hiç sevmediği hak. Evlilik, aile kutsal ve millet olabilmenin olmazsa olmaz temeli. Bu yüzden sonuna kadar direnip kurtarılmaya çalışılmalı; öyle ki o kendimizi de korumamız şart olan imtihan sınırı aşıldığında, dayanma sınırı zorlandığında elimizden gelen çabayı gösterdiğimizden emin, vicdanen çok rahat olmalıyız.
Boşanmanın şart olduğu o sınır sizin ve evlatlarınızın can güvenliği, imanı, namusu, beden ve ruh sağlığınızın, evlatlarınızın geleceğinin tehdit altında olmasıdır ki bu her insan için kendine özel ayrıntılar içerir. Dayanma sınırlarımız aynı değildir. Herkes kendi bilebileceği yaşadıklarında doğru kararı yine kendisi verebilir bu yüzden.
Bana danışanlara kendimden örnekler versem de nihayi kararı illa rıza dairesinde olmak koşulu ile, kendisi, evlatları, ailesi için en iyisi nasılsa o doğrultuda kendisinin vermesi gerektiği öğüdüyle bitiririm sözümü.
Hiç bir şey göründüğü gibi değildir sözünü de unutmamak gerek. Canavar gibi görünen bir eş belki dünyanın en merhametli kalbine sahiptir ancak türlü sebeplerle kendisi bile unutmuştur kendi güzelliğini, bambaşka bir insan haline bürünmüştür. Birazcık sabır ve gayretle o derinlerde gizlenmiş güzelliklere ulaşabilmek mümkündür belkide.
Sevgi görmemiş, hiç güzel söz söylenmemiş bir insanın bunları gösterebilmesi kolay değildir. Size kötü davranan birine ısrarla iyi davranıp güzel söz söylemeye devam ettiğinizde dünyanın en büyük mutluluklarından olan bir insanı, Allah'ımızın en değer verdiği gönlü kazanmanın paha biçilmez hazzına ulaşabilirsiniz.
Tabi ki bu büyük çaba, fedakarlık ve büyük olasılık olan hayal kırıklıklarını göze almayı gerektirir. Yüz kez uğraşıp, dil döküp sadece birinde başarılı olabilmek gibi düşük bir olasılık ancak inanın her şeye değer verdiği mutluluk. Hiç başarılı olamasanız bile niyetiniz nedeniyle aynı değerde Rab'bimizin rızasına erişme şansına sahipsiniz ki bu her şeyden değerli elbette.
Kendimden örnek vermem gerekirse; Şu an uzaktan görünen, onca ciddi hastalığa rağmen tek başına sıfırdan hayat kurmuş, hatta bu dünyada cennetini yaşayan sevgi dolu, güçlü, huzurlu kadın olarak, Allah'ımızdan başka kim bilebilir ki sizler gibi ne badirelerden geçmek zorunda kaldığımı, ne ağır imtihanlarla sınandığımı. Her insan gibi en çok istediğim şeyin en ağır imtihanım olduğunu.
Benim de çocukluğumdan kalma iç sızım mutlu aile özlemiydi pek çok çocuk gibi. Babacığım huysuz, zor bir insandı maalesef. Anneciğimi çok üzerdi annemin babası, dedemle ilgili tarla, hatta particilik gibi sudan sebeplerle. Her sabah yorganı başımdan yukarı çekip duymamaya çalıştığım bitmek tükenmek bilmez yüksek sesle söylenmeleri, anneciğimi sık sık babasının evine gönderip boşanmaya kalkması, babamın annesi rahmetli, melek Atiye nineciğimin annemi alıp gelip "Bu çocukları böyle boynu bükük koyarsan sütümü helal etmem sana Memed'im " sözleriyle geçici bir rahatlamaya kavuşmamız, bir süre sonra yine aynı şeyle korku içinde geçti çocukluğum.
Evimizin önündeki hayat denen açık oturma alanında sohbet esnasında, anneme akıl vermeye çalışan teyzelerden duyduğum boşanma sırasında hakimin çocuğa annesini mi yoksa babasını mı tercih ettiğini sorduğu bilgisi ise küçücük yüreğimde ateşler yakmış, ilk kabusum olmuştu. Henüz beş altı yaşlarımdaydım, bu yaşta bir çocuğun anne babasından birini tercih etmek zorunda bırakılması ne büyük zalimlikti...
O küçücük halimle, çözüm olarak, hakim amca sorduğunda, "Ben ne sadece annemin, ne de sadece babamın değil, her ikisinin de çocuğuyum. Bu yüzden ikisinden birini tercih edemem. İlla ayrılmak istiyorlarsa beni boydan aşağıya ikiye bölüp paylaşsınlar!" demeyi bulmuştum. Belki bu duygu yoğunluğuna sebep olacak kararım sayesinde hakim amca anne babamı boşamaz, anne babam da vazgeçerler diye umuyordum.
İşte o günlerde söyledim hayatımın ağır imtihanını hak edeceğim büyük sözümü. "Bir gün anne olduğumda benim yavrularım böyle korku içinde, anne babasından birini tercih etmek zorunda kalma kabusunu yaşamayacak, benim çok mutlu bir ailem olacak." dedim. O zamanlar inşallah demeyi henüz bilmiyordum ne yazık ki...
Yirmi yedi yıllık evlilik- aile hayatımda da öğrenmem gereken bir şey vardı ve öğrendim çok şükür. Neyi çok istemişsen imtihanındı ve hüküm hep olduğu gibi Allah'ındı. Biz sadece çok farklı koşullarda da olsa hep aynı güzellikte yaşamaya gayret etmekle mükelleftik. Her şeye rağmen ve her koşulda; Yüce Rab'bimizin lütuflarının farkındalığıyla, daim şükürle, coşkuyla, illa aşkla...
Yazılmamış hayat yaşanmamıştır denmiş ya; yazmaya başlamakla anladım ki, hayatını hakkınca yaşamak kadar dönüp bakıp değerlendirmek, faydalanılması amacıyla yazmak da gerekli ve çok da zormuş.Yaşarken her alanda düsturum ve mesleğime başlarken ettiğim Hipokrat yeminimizde dediğimiz gibi, ilk görevimiz kendimize ve ilişkide bulunduğumuz hiç kimseye, hiç bir canlıya ve eşyaya zarar vermemek, sonra faydalı olmak.
Yaşananların unutulmaması, yazılması ders almak içindir.
Bu geçmişte yaşamak değildir. Aradaki fark ince ve hep dendiği gibi niyet, gaye önemlidir.
Meyvelerin güneşte uzun süre kalarak olgunlaşıp tatlılaşması gibi insanları da acılar olgunlaştırıp tatlandırıyor olmalı. Yazılarımda hissettiğiniz duygu selinin, gözlerimde görünen hüznün, çocukluğum ve evliliğimle ilgili ne acı sebepleri var hala aklıma geldikçe ağladığım bir bilseniz...
Artık biliyorum ki onlar olmasa bu halime gelmem mümkün olamazdı. Yemeğin acı tuzu, biberi olmadan tadı olmadığı gibi onlar da gerekliydi muhakkak ki yaşadık. Farkındalık kazandık. Sabrımız, şükrümüz arttı. Duygularımız bilendi. Olan olmayan herşey illa hayrımızaydı.
Sonuçta başarılı olamamış olsam da yirmi yedi yıllık evliliğimle ilgili sabrın, iyi niyetin, fedakarlığın ödülü medeni bir insanın olması gerektiği ve evlenirken olduğu gibi güzelce ayrılmak, on üç yıldır aile bağlarının kopmaması, dolayısıyle stres altında değil huzur içinde yeni bir hayat oldu. Bu yüzden yaşadığımız herşey için elhamdülillah...
Tek kelime ilave, kurgu olmadan hatıralarımdan ve maneviyata yöneliş, gelişim, değişim hikayemden oluşan İlla Aşk kitabımdan paylaştığım bölümlere ilginiz için çok teşekkür ederim. Siz okuduğunuz ve faydalandığınızı ilettiğiniz sürece paylaşmaya devam edeceğim inşallah.
Çiçeklerimiz, kedilerimiz gibi şiirimiz de eksik olmasın ki, Sabri Tandoğan Hocamızın önerdiği gibi hayatı şiir gibi yaşayalım.