Geçen yazımızda “MEHDİ VE MESİH” konusuna giriş yapmış, özetle bu konunun Şia, Yahudilik ve Evangelist Hırıstiyan inancında “imanî” bir konu olduğunu ve sünni inançtada reddedilmeyen fakat gündemde zaman ve mekan açısından yer alamamasına özen gösterilen bir durumda tutulduğunu belirtmiştik.
Bizdeki kaynakların özetine girmeden bir hususun altını önemle çizmemiz gerekiyor.
“MESİH” ismi ile beklenen kişi Evangelist Hırıstiyan ve Yahudilerde.
“MEHDİ” ismi ile beklenen kişi ise Müslümanlarda.
İsimler farklı fakat sıfat olarak “kurtarıcı” anlamında.
Önmeli bir nokta da şu.
Evangelistlerde ve Şia’da konu “dini” bir husus olarak konumlanmasına rağmen ayrıca “siyasi” bir boyut ve hedef içimde gümdemde tutulmaktadır.
Yahudilerde ise “din ve siyaset” ayrımı olmadığı için, yani “ milliyet ve din” ayrımı olmadığı için beklenen “mesih” inancın gereği ve temelidir.
Yani imanlarının,inançlarının ayrılmaz bir parçası ve cüzüdür.
Sünni kanatta ise Maturidi-Hanefi çizgisinde, “mehdi” konusu dini bir husus olup siyasetin ve yaşanan gümdemin dışındadır.
Sebeblerini anlatmaya çalışacağız.
Yahudiler açısından konunun öneminin daha iyi anlaşılması için yaşadığım bir hatırayı sizlerle paylaşmak isterim.
Bir iş gezisi dolayısı ile İsrail’e gitmiştim..Birlikte iş yaptığımız Yahudi arkadaşım Adana’dan ortaokul çağında iken İsraile göç etmişti.Türkiye ile irtibatını kesmemişti. Anne ve babasının mezarları İstanbul’da idi. Akrabalarının az sayıda kalanı ise Adana’da yaşamaktaydı. Türkçeyi çok iyi konuşuyordu.İlk okulu Adanada okumuş, meşhur “Kuruköprü” mahallesinde çocukluğu geçmişti. Aramızda dini konular konuşulur ve tartışılırken bazen sorularıma net cevaplar veremediği zamanlarda “bu konuları Hahamlarla yada bizim Hocalarla konuşmak lazım” derdi.
İşte bir iş gezisi esnasında bana “bir öğlen yemeğinde seni bir haham ve bir hoca ile tanıştıracağım.İstediğini sor.Bir daha binim kafamı karıştırma” dedi.
Haham ile Hoca dediklerinin arasında ki fark ise şu.Haham bizdeki din görevlisi Diyanete bağlı kişiler pozisyonunda.Hoca dedikleri ise “kabalistik” öğreti ile, Tevratın gizli ilimleri ile meşgul olan kişi. Hani her ne kadar şekil olarak örtüşür bilemem ama bizim “Tasavvuf” ilmiyle uğraşanlar gibi.
Yani “zahiri” yahudilik ilimi Hahamlarda, “batıni” yahudilik ilmi ise Hocalarda.
Hayfa’da bir lokantada buluştuk.Tanışma faslı bittikten sonra üç saati bulan baya ilginç sohpetimiz oldu.Ben burada sadece konumuzla ilgili kısmını, yani “mesihle” ilgili kısmını sizlerle paylaşacağım.
Karşılıklı sorular soruyorduk.O an aklıma gelen şu soruyu sordum:
- Size, yahudilere en son ne zaman ve hangi yılda bir peygamber geldi.?
İlk anda şaşırdılar.Kendi aralarında İbranice konuştular elleri ile hesap ettiler ve şöyle bir cevap verdiler.
Yaklaşık 2300-2350 yıl önce olabilir dediler.
Tabi şaşırma sırası bana gelmişti.Nasıl olurdu da yahudiler kendilerine gelen son peygamberin geldiği yılı bilmezlerdi?
Bu şaşkınlıkla ikinci soru birden ağzımdan çıkıverdi. —“ Peki adı ne ? Adını söyler misiniz?
Şaşırma sırası onlarda idi. Bir an birbirlerine baka kaldılar ve şöyle cevap verdiler —“ bunun için araştırma yapmamız ve dini kayıt ve şerhleri incelememiz lazım” dediler.
“İlginç dedim!..” Sizin takvim yılınız 5700 lerde. 2300 yıl düşersek geriye 3400 yıl kalır.Bu 3400 yılda yüz yıllık aralarla hiçbir zaman peygambersiz kalmadınız. Bazen Hz.Musa’da olduğu gibi Hz.Harun kardeşi ile iki tane, bazende Hz.Yakup’ta olduğu gibi baba ve oğulları ile birlikte sürekli peygamberleriniz oldu.2300 yıldır ise ses seda yok. 3400 yıl “hatırlı millet” “seçilmiş millet (!) olup 2300 yıldır “hatırlanmamak” sizi hiç rahatsız etmiyor mu?
Bu durumdan rahatsız değillerdi fakat sorumdan çok rahatsız olduklarını gördüm.Kısa bir duraklamadan sonra ikisi aynı anda hemen şu cevabı verdiler: “— biz vadedilen “MESİH’i ” bekliyoruz. O gelene kadar artık peygamber yok.”
Evet görüldüğü gibi bir haham ve bir yahudi hocası tarafından “mesih” konusu vadedilmiş bir iman konusu olarak gündemlerin baş köşesinde duruyor. Ve geleceği yer “Ağlama Duvarı”. O yüzden orada ibadet, dua ederek gelmesini umutla bekliyorlar.
Yahudilerin beklediği “mesih” ile Evangelistlerin beklediği “mesih” farklı kişiler.Evangelistler “mesih” olarak Hz.İsa’yı gökten inecek şekilde bekliyorlar.İlginç olan husus şu ki “Evangelizm bir “yahudi-hrıstiyan” mezhebi.Bu mezhebi ABD’de 1940’lı yıllarda ilk örgütleyenler “yahudiler”.İlk kuruluşlarının adı OPUS DAİ”. 1980 lere kadar Katolik kilisesinin aforoz ettiği dışladığı, bağlılarını kafir sayıp İsanın cennettinden (!) kovdukları bir mezhep.Sonra anlaştılar.
Tabirim yanlış anlaşılmasın “Evangelizm” bu anlaşmadan sonra Papalık nezdinde hak mezhep oldu.
ABD, AB işbirliğinin Ortadoğu’daki ortak paydasının derin izleri bu anlaşmada aranmalıdır.
Yani “Evangelizm ve Katolik” işbirliği !..
Fakat farkındaysanız, bu mezhebi kuranlar “mesih” beklentisini Evangelizme hakim kılıyorlar ama onlara “mesih’i” Hz.İsa olarak kabul ettiriyorlar.Kendi özel bekledikleri “yahudi mesih’i” kendilerine özel tutuyorlar. Kaç Evangelist hırıstiyanın aklına, acaba destek oldukları Yahudilerin “mesih’i” ile kendi bekledikleri “ mesihin” niçin aynı kişi olmadığı sorusu geliyor yada gelmiyor?
Ya, gelmesi için “üçüncü dünya savaşını” göze aldıkları “mesih” ile yahudilerin beklediği “mesih” aynı anda gelirse ?
Kim kime tabi olacak? Yada kim kimin “yalancı mesih” olduğunu ilan ederek bir birlerine kılıç çekecek?
Evet, tabii bu arada İranın Mehdi’ si de birden ortaya çıkarsa seyreyleyin karmaşayı ?!..
Konunun siyasi odağı burada kitleniyor işte.
Evangelistler Ortadoğuda bulunmalarının gerekçesi olarak ve çıkacağından emin oldukları “ARMEN GODDUN” isimli kutsal savaşı “mesihin” bir an önce gelmesi için elzem görüyorlar.
“Mesihlerinin” kellelerini vuracağı kafirler hazır : Türkler ve Türklerin safında yer alacak olan müslümanlar.
İran Fars ise kendilerinin beklediği “mehdinin” ( gayb imam ) ancak Kerkük, Şam, Halep, Musul, Medine, Mekke kısaca “Fırat ve Dicle” havzası ile Arap dünyasında çıkacak büyük fitne ve kanlı savaşlar sonrası çıkacağına inanıyor.Büyük fitne ve savaşların çıkması halinde ancak “mehdinin” geleceğine inanıyorlar.
Böylece ABD-İsrail ile İran karşı cephede olmalarına rağmen aslında bekledikleri “kurtarıcının (!)” gelmesi için gerekli olduklarına inandıkları savaşın çıkması için ortak paydada buluşuyorlar ve onun için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu durumda taraflar açısından kesin olan husus ve hedef şudur ki, “Orta Doğuda” Saddamın Kuveyt’i işgali ile başlayan ve Arap baharı (!) ile olgunlaşan büyük savaşın gerçekleşmesi için “ barış” hiçbir zaman gündeme gelmemeli ve asla “barış” olmamalıdır.
Beklenen “mesih-mehdi” isimli “ilahi techizatlı kurtarıcının” (!) gelmesi için “Amik Ovasında” başlayacak ve tüm bölgeyi içine alacak ve de dünyayı içine çekecek büyük savaş taraflar açısından olması gereken “mukadder” inanç, iman temelli bir savaştır.Ne vazgeçilebilir ve ne de ertelenebilir.
Bu meselede dikkat çekmek istediğim husus aslında “mesih -mehdi” konusunda bugün “Türkiye’yi ve Türk Milletini hedef alan tehditlerin kaynağı ve stratejisi üzerine “teopolitik” bir tespiti yapmak ve bilinen dış politik kuram ve kuralların dışında farklı bir durumu ifadeye etmeye çalışmaktır.
Mesela, ABD-İSRAİL ve İRAN’ın taraf olduğu her çatışma alanında asla, hiçbir zaman “barış” umudu ve beklentisi içinde olunmamalıdır.
Ve önümüzde gelişecek süreçte asla “barış” olma ihtimali ve beklentisi üzerine hesap yapılmamalıdır.
“Barış” şıkkı gümdemden çıkarılmalıdır.
Elbet siyaseten masada durmalı ve konuşulmalıdır.
ABD, İSRAİL ve İRANI’nın yaptığı gibi…
Onların “Büyük Savsş” olana kadar top çevirmek ve zaman kazanmaki için “barış” kelimesi sadece dillerinde olacaktır.
Bu gerçek asla unutulmamalıdır.
“Barış” onların görüşme masasında sadece bir “aksesuardır” ve öyle olmaya devam edecektir.
Onların nasıl olupta böyle akıl sınırlarını zorlayan bir şeye iman etmelerine elbet şaşıran ve “olmaz böyle şey, bu saçmalığa nasıl inanan olabilir?..” diye düşünebilirsiniz!..
Fakat esas olan sizin inanıp inanmamanız değil, onların inanmasıdır.
Çünkü bu inanç doğrultusunda harekete geçen ve ilan eden ve burnumuzun dibinde saf tutan onlardır.
Ortadoks Hırıstiyanlıkta böyle bir beklenti yoktur.Bu sebeble Rusya olaylara daha “dünyevi” bakmakta ve kendini “mehdi-mesih” beklentisi ile iyice karışacak bölgede, “Teopolitik” gerekçe ile değil, Petro’dan beri Rusyanın rüyası olan sıcak denizlere inme hayalini gerçekleştirmek ve “emperyal güç “ olarak da bu bölgede kalmanın hesaplarını yapmaktadır.
Fırsatçı bir talancı gibi !..
“MESİH ve MEHDİ” konusu açılınca bunlar safsatadır, uydurma, insanları meşgul eden lüzumsuz idda ve tezgahlardır gibi söylemler konunun ciddiyetini sulandırmaktan öteye gitmez.
“Katilin” cinayet sebebi sizin için çok mantıksız ve anlamsız olabilir. Bu durum sizin güvende olduğunuzun garantisi değildir.Tam aksine öldürücü hamleyi tedbirsiz yiyeceğiniz en zayıf noktanızdır.
Unutmayalım ki daha düne kadar Emperyalistlerin hedefi “petrol, gaz, bölgenin zenginlikleri” idi.
Şimdi bunları hiç konuşan kaldı mı?
Kaşıdıkça kaşınmak isteyen bir konu.
Kaşımaya gelecek yazımızda devam edeceğiz inşallah.