Sanırım 1984 veya 1985 yılıydı. Aşık Mahzuni Şerif’in bütün şiirleri kitaplaştırılmıştı. Aa o da ne! Abdurrahim Karakoç’a ait dört beş şiir Mahzuni’ye aitmiş gibi kitapta yer almıştı. Evvelinde Abdurrahim Ağabey’e ait olan şiirler ‘Söz ve müzik: Aşık Mahzuni Şerif’ olarak plak yapıldığı için açılan davayı kazandığını ve tazminat aldığını biliyordum. On yıl sonra kitabı hazırlayan akademisyen arkadaş ikinci defa Mahzuni’yi bir suçun içine atıyordu.
Kitabı Abdurrahim Ağabey’e gösterip durumu özetledim. O sırada yanımızda avukat stajını yeni bitirmiş Rahmetli Şükrü Karaca da vardı.
"Sen bana bir vekalet ver, Mahzuni’nin canına okuyacağım, ayıptır bu yaptığı." dedi.
Ve Şükrü Karaca vekaleti alıp hem kitabı yayınlayan yayınevine hem de Rahmetli Mahzuni’ye bir noter protestosu gönderdi.
Bakalım ne cevap gelecekti.
İki hafta sonra Ocak Yayınevi adresimize Mahzuni’den bir mektup geldi. Heyecanla açtım ve okumaya başladım. Özetle diyordu ki:
"Kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır. Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu. Sen bir Ağrı Dağısın Karakoç Baba, bense yanında küçük bir tepe. O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir ‘İsyanlı Sükut’ etmez. Boş ver mahkemeyi hakimi, cezamı sen kes. Karakoç’un şeriatına boynum kıldan incedir."
Ve bu satırların altında muhteşem bir şiir:
KARAKOÇ BABA’YA
Elbistan yiğidi Karakoç Baba
Kumanyalar bizde azık değil mi
Bizim yöremizin gerçek diliyle
Haksıza gözümüz kızık değil mi
Atına binmeyi bilmeyen tatar
Kendi hayalinde ciritler atar
Beşimiz tok, on binimiz aç yatar
Böyle bir sisteme yazık değil mi
Sülalem sermemiş yırtılmış sergi
Vallahi dediğim değildir yergi
Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi
Böyle bir adalet kazık değil mi
Az değildir Karakoç'dan aldığım
Boşa mıydı Mahzunîlik bulduğum
Sen, ben söylemezsek kurban olduğum
Bizdeki ozanlık bozuk değil mi
Abdurrahim Ağabeyi yayınevi yazıhanesine çağırdım, mektubu uzattım:
"Mahzuni Şerif beni mahvetti, sıra sen de Ağabey." dedim.
Daha ilk satırlarında gözleri buğulanarak, mahçubiyetten elleri titreyek okumaya başladı. Sıra şiire geldiğinde bir bulut kaynadı Nurhak Dağları’ndan, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç’un başına hörelendi.
Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu:
"Keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık." dedi.