Adam çerçidir.
Eşeğinin sırtına yüklediği heybesiyle köy köy dolaşmakta, mevsimine göre dağ alıcı, kurutulmuş incir, mevsimine göre elma, armut, portakal satmaktadır.
Heybenin bir gözünde yiyecek bulundururken, diğer gözünde daha çok evlilik çağı gelmiş kızların ilgisini çekecek boncuk işlemeli yazmalar, kolyeler, yine boncuk süslemeli bileklikler ve ayak bileğine takılan halhal türü, hem yükte hem pahada hafif hediyelik eşyalar bulundurmaktadır…
Gittiği köylerden birinde hem biraz dinlenmek hem de susuzluğunu gidermek amacıyla köyden birkaç yüz metre uzaklıktaki çeşmenin başında durur…
Çeşme başında su almak bahanesiyle gelen kızlar, sitillerini bir yana bırakmış, bir yandan fingirdeşmekte, diğer yandan uzaktan gelip geçen köylü kadınlar ve erkekler hakkında kendilerinin dahi inanmadığı uyduruk hikâyeler anlatmaktadır…
Hepsi son derece neşeli, son derece cilvelidir.
Su almak için değil de, dedikodu kazanını kaynatmak bahanesiyle bir araya gelmiş gibidirler adeta.
Adam, bir gözünde mevsim meyveleri, diğer gözünde inci boncuk bulunan heybesini eşeğine yüklemiş, kızların çeşmeyi terk etmesini beklemektedir.
Kızlar adamın farkında değilmiş gibi şen şakrak eğlenmeye devam etmektedir.
Biri hariç…
O birisi, bütün kızların içinde en cilveli, en alımlı, en güzeli olanıdır. Çeşmenin üç beş metre ötesinde bekleyen çerçiye doğru seğirterek yanına varır ve çerçi hiç orada değilmiş gibi heybede ne yar ne yok karıştırmaya başlar.
Sonra elmalardan birini ısırarak, çerçiye işveli bir bakış fırlatır, ve;
“Elmaların kaçakidor, çerçiko?” diye sorar.
Çerçi, kızın güzelliği karşısında çarmıha gerilmiş gibi kaskatı kesilse de içinde fırtınalar kopmaya başladığının farkındadır. Renk vermemeye çalışarak:
“Beğendiysen fiyatının ne önemi varkiko” der.
Kız, bir ısırık aldığı elmayı çeşme başındaki diğer kızlara fırlatarak, el yordamıyla karıştırdığı heybeden bir başka elma alır, ısırır ve yeniden sorar:
“Beğenmedim ama söyle, bir kilosu kaçako?”
Çerçi, kızın da gönlünün kendisine kaydığını düşünmüş olacak ki:
“Elmaların hepsi senin, al gönlünce yiyiko” der.
Kız, hep ağzına yakın tuttuğu ama bir ısırıktan fazla almadığı elmayı yere çalar.
“Ben senin bu çürümüş elmalarına mı kaldimko?” diyerek, yere çaldığı elmayı topuğuyla ezmeye başlar.
Çerçinin gözü elmadan çok, kızın elmayı ezen kar gibi bembeyaz topuğundadır.
Yere eğilir, elmayı alır, gömleğinin yenine silerek, öpüp başına koyar, sonra da cebine atar…
Kız, çerçinin bu hareketini cimriliğine yormuştur.
“Heyben dolu elma iken, bu elmayı neden öyle saklarko?” diye sorar.
Çerçi, kızın ne yapmaya çalıştığını, tam olarak nereye varmak istediğini bilemediğinden dilinin ucuna kadar gelen duygularını gırtlağına gömerek mahcup bir ifadeyle,
“O nimettir, kıymetlidir, kıymetini bilmek gerek, ondanko” diyerek, elini heybeye daldırır ve içinden bir elma seçerek kıza uzatır.
Kız, çerçinin özene bezene seçip kendisine verdiği elmayı çeşme başında bekleşen kızlara doğru fırlatarak:
“Çerçiden hedayedir, kıymetini bilinko” deyince, çerçi kızın elmayı beğenmediğini düşünerek, bir başka elma uzatır…
Kız, çerçinin uzatmış olduğu elmayı alarak heybeye atar ve:
“Sen elmadan başka bir şey satmanko?” diye sorunca, çerçi, kızın kendisiyle daha çok vakit geçirmek amacıyla eğleştiğini düşünmüş olacak ki:
“Olur mu ki, satmamko, sen yeter ki isteko?” diyerek, heybeyi eşeğin sırtından alarak içinde ne var ne yok kızın ayaklarının dibine boşaltır.
Heybenin bir gözünde, elma, alıç, armut gibi meyveler, diğer gözünde inci, boncuk, yazma, hızma türü el işi ürünler vardır.
Kız, ayaklarının önüne serilen, meyve ve çam sakızı çoban armağanı el işi ürünlere bakma gereği duymadan, hepsini ayağının ucuyla oraya buraya dağıtarak tek tek fiyatlarını sorar.
Çerçi, bir yandan kızın ayakucuyla dokunarak öteye beriye saçtığı meyve ve el işi hediyelik eşyaların fiyatını tek tek söylemekte, diğer yandan kızın ayakucuyla dokunduğu her şeye kutsal bir emanet muamelesi yapmakta, onları içten içe sevip okşamaktadır.
Kızın ayağıyla dokunmadığı, çerçinin fiyatını söylemediği tek şey kalmayıncaya kadar sürer bu muhabbet…
Çerçi, kızın güzelliğine kendini kaptırmış, kızın da gönlünü kendisine kaptırdığına kesinkes inanmıştır.
Kız, her şeyin fiyatını bir güzel sorup, cevaplarını bir güzel aldıktan sonra, çeşme başında gülüp eğleşmeye devam eden ama hâlâ bir tek sitil doldurmayan kızlara,
“Kızlar gelin, bakın çerçi neler neler satarko” diyerek seslenir...
Kızlar, bu çağrı üzerine aralarındaki fingirdeşmeye son vererek, salına salına çerçinin bulunduğu yere doğru yönelir.
Çerçinin bir gözü heybeden saçılan eşyalarda, diğer gözü az önce elmayı ayağıyla ezen kızın topuğundadır.
Diğer kızların gelmesiyle birlikte ayağa kalkar, utanmıştır. Kızlar, heybeden saçılan ürünlere rahat rahat baksın diye birkaç adım uzaklaşır ve beklemeye başlar.
Kızlar, heybeden saçılmış ürünlerin hiçbirine dokunmayarak tepeden bakarlar. Sonra da küçümser bir ifadeyle:
“Sen bunları nerden aldın, kime satan çerçiko?” diyerek kikirdeşirler.
Çerçi, gözlerini yerden kaldırmadan kızların işin eğlence tarafında olduğunu anlamaya başlamıştır.
Ağlamaklı bir sesle;
“Kimisini dağdan aldım, kimisini bahçadan, size lazım olan hangisidir söylenko” diyerek, kızların hem gülüşen hem kendisiyle eğleşen hallerini izlemeye başlar.
Kızlar, ta baştan beri çerçi hiç yokmuş gibi çekincesiz kahkaha atmaya devam etmekte, birbirilerini çimdikleyerek eğlencelerini sürdürmektedir.
O ilk başta, çerçiyi oyalayan ve çerçinin gönlünü kaptırdığı kız;
“Haydin kızlar, vakit geçti, gidelim de eve geç kalmayalımko” der.
Kız gidecektir. Çerçi yıkılmıştır, perişandır. Kızın gözlerinin içine bakmaya cesaret edemediğinden, ona doğru yönelerek, son bir umutla heybeden saçılan ne var ne yok iki eliyle göstererek:
“Mühim değil almanko, sen yeter ki beğenko, hangisini beğendiysen al sana hedayem olsunko. Ama şunu bilko, sen hepsinden güzelko” diyerek, bir yandan kıza gönlünü kaptırdığını hissettirmeye diğer yandan son bir umut ışığı olarak beklemeye çalışmaktadır.
Lakin deli kızın umrunda değildir. O, çerçiyi ne hallere düşürdüğünün farkında olmadan, alaycı bir kahkahayla:
“Ben elbette herkeslerken güzelko. Sanki bunu bir tek sensin bilenko. Sen kimsin ki, bana bunları hedaye edenko? Bunlar neko, ben bunları alamko?” diyerek çerçinin böğrüne aşk hançerini saplar.
Değersiz görülen, heybeden öteye beriye saçılan eşyalar değil, bir paspas gibi çiğnenip geçilen çerçinin çarnaçar yüreğidir…
Çerçinin kalbini ateşlere salan kız, diğer kızlarla birlikte çeşmeye doğru yönelerek, sitilini doldurur ve uzaklaşır.
Çerçi, heybesinden dökülen hiçbir eşyaya, kız geri döner de içinden bir şeyler beğenir umuduyla el atmayarak olduğu yerde bırakır. Eşeğinin yularını çekerek onu çeşmeye doğru sürükler.
Eşeği, çeşmenin yalağından su içerken, kendisi oluktan akan suyun altına başını tutar ve bir müddet öylece bekler. Sular, saçlarından, ensesinden, sırtından göyneğinin içinden akarak topuklarından süzülür.
Sonra elini yüzünü yıkar. Çeşmenin sularından sabun gibi kayganlaşmış irice taşlardan birinin üzerinde oturarak cebinden çıkardığı elmayı, bütün kokusunu içine çekercesine koklar, öper. Tekrar cebine koyar.
Gülümser.
Sonra ağlar gibi olur, ağlamaz.
Kız, başındaki su dolu sitille gittikçe uzaklaşmaktadır.
Çerçi, boş heybeyi sırtına yüklediği eşeğin yularını yavaş yavaş çekmeye başlayarak, geldiği yöne doğru gerisin geriye giderken, gözden kaybolmak üzere olan kızın ardından ancak kendisinin duyabileceği bir sesle seslenir;
“Madem beni sevmiyordun, niye öttürdün kuş gibi?”
***
Düşümde Poratakal Bahçeleri