Kokunun dansına uyandım bu sabah, notalar parmak uçlarımda! Rengarenk, mis gibi, hercai bir sabahın sarı, mor, kızıl sabun güncesine daldım. Kokunun lezzeti dilimin ucunda, yüreğimin hücrelerine yayılmış; burnumun ucunda tarçın, çilek, hele de sandal ağacı ve amber kokusu!
Kokunun bir rengi vardır, bir teni vardır. Sarışını, kumralı, esmeri; bu yüzden tenle koku aşk yaşamalı, sarılmalı, bütünleşmeli; yoksa koku kirliliği duymak istemeyen kalplere yayılır. Kokular benim vazgeçilmezim. Minicik bir çocukken bile iplerdeki çarşafları koklar bulurdum kendimi. Örneğin, arkamı dönüp izleyen varsa, gizlice koklardım. Yanıma gelen birini, fark ettirmeden tanımaya çalışırdım kokusuyla. Şimdi mi? Kokusundan anlarım kim olduğunu.
Gülüyorsunuz belki, ama kokunun bir şahsiyeti vardır. Beni tanıyan ailem, arkadaşlarım iyi bilir: Koklamadan hiçbir şeyi almam. Çamaşırları katlarken koklaya koklaya ütülerim. Eğer kokusu hoşuma gitmezse, yeniden yıkarım. Çünkü kokunun bir müziği, bir dansı vardır. Sizi dansa davet eder, ruhunuzu baştan çıkarır, başınızı döndürür.
Elbette kokunun da bir ağırlığı vardır. Her şeyin kendine has bir kokusu olduğu gibi! Örneğin, çocukluğumuzdaki sebze kokuları artık yok. Pazarın o domates, salatalık kokusunu hatırlayan var mı? Şimdilerde her yerde çirkin kokular, kirlenmiş insanlığın, dünyanın pis kokuları! Ama uzak olsun bunlar hepimizden. Çünkü koku, doğadan mutfağa, yastıktan giysiye kadar bizi saran bir yaşam kültürü.
Yaşanılası, tapılası, ölesiye kutsal güzel kokular; mis gibi bir bebeğin süt kokusu yayılsın sabahımıza. Lavanta, roze karışsın gecenin ortasına. Hep güzel koksun günümüz.
Kıymet Şahin