Kıskançlık: Bir kimsenin bir başka insana üstünlük kurduğunda veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum.
Toplumsal açıdan bir bireyin kendine yetememesi durumunda özgüvenini kaybettiğinde, içinde oluşan duyguları bastıramayıp, nefsinin ölçüsünde kendi kontrolünde çıkıp, akıl almaz duruma gelmesidir.
Kıskançlık duygusu öyle bir duygudur ki sadece annelerde çocuğuna karşı olmaz, yeri gelir kardeşi kardeşe düşman eder.
Genelde abiler erkek kardeşini, ablalar da kız kardeşini bu duygu yüzünden önce ruhunda sonra da gerçekte düşmanlaştırır. Kıskançlık yaşayan birisi zaman içerisinde değersizlik, öfke, çaresizlik, mutsuzluk yalnızlık ve özgüvensizlik gibi duyguları da yaşar.
Kıskançlık, insanı alçaltan ve küçülten bir duygudur. Tolstoy
İmam-ı Gazali (k.s) insanın kontrol mekanizmasını anlatırken şu şekilde ifade etmektedir. İnsanı kontrol eden 4 mekanizma vardır. Bunlar akıl, kalp, şehvet ve gazap (öfke) ‘dir. Akıl ve kalp bir grup halinde şehvet ve gazap ise ayrı bir grup halinde kontrol eder. Ya akıl ve kalp bir insanı kontrol eder ya da şehvet ve gazap. Kıskançlık noktasının en üst zirveye ulaştığı zaman insan iradesi olarak şehvet ve gazap ( öfke ) baskın olacağı için, insan akıl ve kalbiyle hareket edemez, işte bu denge noktasının kaymasından dolayı insan her türlü fenalığı yapmaya müsaittir. Çünkü aklını kontrol etse böyle bir şeye gerek kalmayacak, kalbini dinlese merhameti ağır basacak kalbi bu duruma izin veremeyecekti. İşte nefsin istediği şeyde budur ve insan aldanır.
Kıskançlık noktasını bazen çok sevdiğimiz bir insana karşı, gözümüz onun dışında kimseyi görmediğinde, kendimizden bile feda edilebilecek şekilde irademizi kaybettiğimizde bunu yaparız. Sonuçta sevdiğimiz insana da zarar veririz. Çünkü nefsin kontrol noktası kalmamıştır. Bazen öyle bir noktaya gelir ki o insanın ölümüne kadar gidilebilecek bir yola girmiş oluruz.
Bazen birinin çok başarılı olması, bizim kendimizde eksiklik hissedip, ben neden başarısızım sorusunu nefsimizle düşünmüşsek bu soru bizi içten içe ruhumuzu kemirip, içimizdeki kıskançlık duygusunu kontrol edilemez seviyeye getirir. Aklımızla kontrol etmeyi düşünürsek, o insanın yeteneği bu alanda başarılı olmasını sağlıyordur. Herkesin bir yeteneği var. O kıskanılan insanın da eksiklikleri vardır. Senin ondan daha iyi olan yönlerinde, işte o vakit insan şunu düşünmeli kimse mükemmel değil ve herkes birbirini tamamladığı sürece ve kendisini hangi alanda olursa olsun eksikliğini belirleyip kendisini geliştirmeye çalıştığı sürece ileri gidebilir ve mutluluğu, huzuru yakalayabilir.
Son dönemlerde bazı insanların kıskançlık duygularından dolayı kendilerine yeni bir çözüm arayışı içinde oldukları aşikardır. Bu çözüm: 1-fitne, 2- büyü, 3-ölüm noktasına kadar gidebilmektedir. Özellikle de “Büyü” yapmak en yaygın olarak kullanılmaya çalışılan bir yöntem.
Büyü yapmak için para karşılığında ahiretini kaybetmek uğruna böyle bir yolculuğa çıkıyorlar. Bir bakıyorsunuz ki bu insanlar, etrafımızda bulunan en yakın insanlar çıkıyor. Hem kendilerine hem de büyüyü yaptıkları insanlara yazık değil mi? Hem kendilerine hem de yaptıkları insana zülüm yapmış oluyorlar. Yüce kitabımız Kur ân-ı Kerim de konu ile ilgili birkaç ayet aktarmak istiyorum. Rabbimiz Teâlâ buyurur ki:
“Pekiyi bilirler ki, büyü yapan ve yaptıran kimsenin ahirette hayırlı bir nasibi yoktur. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür. Keşke (bunu) bilselerdi.” (Bakara S. A: 102)
“Ey iman edenler! Sihir, büyü, fal... Şeytan işi birer pisliktir. Onlardan uzak durun ki şerden ve şerirlilerden kurtulmuş olursunuz.” (Maide Suresi, Ayet: 90)
“... Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden... Sabah aydınlığının Rabbine sığınırım...” (Felâk Suresi, Ayet: 1-4)
Yüce kitabımız Kur ân-ı Kerimde de bu konu üzerinde şiddetle yapılmaması gerektiği belirtilmiştir.
Atasözümüzde söylenildiği gibi “Her ne edersin kendine edersin kendi kendine “
Aşağıdaki hikâye de bu durumu anlatan bir hikayedir.
EDEN KENDİNE EDER
Alimin birisi padişah tarafında çok iltifat görmekte buda padişahın vezirini kıskandırmaktadır. Vezir bir gün padişaha derki padişahım o alime çok değer veriyorsun ama o senden iğreniyor. Tekrar gelirse dikkat et bak sana yaklaştığı zaman eliyle burnunu kapatacaktır, der. Sonra alimin yanına gider. Alimi yemeğe davet eder ve ona ısrarla sarımsak yedirir, yemekten sonrada tembih eder derki sakın ha padişahın yanına yaklaşma sarımsak kokusundan nefret eder der. Padişah alimi çağırır, alim huzura gelir. Padişah yaklaş bakalım der fakat alim yaklaşmak istemez, ısrar edince eliyle ağzını kapatır. Öylece padişaha yanaşır. Padişah vezir haklıymış bu beni iğreniyor der. Alimin eline bir zarf verir. Bunu falanca kişiye ver sana hediye verilecek der. Alim sevinçle dışarı çıkar. Dışarda vezir o zarf nedir diye sorar alimde padişahın yaptığı hareketten çok hoşlandığını sarımsak kokusunu ona geçirmediğim için çok memnun kaldığını bu nedenle de bu zarfı falancaya getirip hediye almamı söyledi der. Vezir alime sen padişahtan her zaman hediye alırsın zarfı bana ver der alim veziri kırmaz, zarfı vezire verir. Bir zaman sonra alim padişahın huzuruna varır. Padişah şaşırır. Alime zarfı ne yaptın diye sorar. Alim zarfı vezirin istediğini ona verdiğini söyler. Padişah derki zarfın içinde ne yazdığını biliyor musun? Hayır bilmiyorum der. Zarfın içinde bu zarfı getireni öldür diye yazıyordu. Vezir öldü der. Sonra niçin ilk seferde benden iğrendiğinde şimdi iğrenmiyorsun diye sorar. Alimde durumu anlatır. Vezirin kendisine sarımsak yedirdiğini sonrada sakın padişahın yanına yaklaşama dediğini söyler. Padişah oh olmuş kendi kazdığı tuzağa düştü diyerek hem padişah hem alim şükrederler.
Umarım insanlar kıskançlık duygularından kimseye zarar vermeden arınabilirler. Gerçek mutluluğu yakalayabilmek ve insanlara nefes olabilmek için çabalayabilirler.
Süleyman Yüksel