Günlük siyasi gelişmelere “siyah-beyaz” olarak bakar ve iddialı keskin cümleler kurarak hükümler verirsek siyasi yorumlarda hem hata yapar hem de kolaya kaçmış oluruz.
Zor olan “gri ve kırçıl” alanlarıdaki ayrıntılara fazla takılmadan fakat ayrıntılarda gizli kalan temel işaretleri de atlamadan düşünmek ve bir iddiada bulunmaktır.
Alparslan Türkeş’in 1960 darbesinde ABD’ye satılmadığı darbeden 5,5 ay sonra 14 arkadaşı ile sürgüne gönderilmesi ile anlaşıldı.
1975 yılında 3, 1977 yılında 16 MHP milletvekili ile AP ve MSP ortaklığı sonucu kurulan “Milliyetçi Cephe” hükümetlerinde Türkeş’in partisini ve davasını koltuk için satmadığı ancak 1980 darbesi ile anlaşıldı.
1991 yılında seçim için kurulan “Kutsal İttifak’ta” partisi MÇP’den istifa ederek, Refah Partisi listelerinden 19 arkadaşı ile birlikte seçildi. Seçimden hemen sonra Refah Partisinden istifa ederek tekrar 19 arkadaşı ile MÇP’ye döndü.
TBMM’de grup kurmak ve Meclis’te daha etkin olmak amacı ile yoğun çalışmalar yaparken, Muhsin Yazıcıoğlu’nun 5 arkadaşı ile MÇP’den istifa ederek ayrılması ile anlaşıldı ki Türkeş “Kutsal İttifakı” kurarken de davasını ve partisini koltuk uğruna satmamıştı.
Çünkü grup kurması istenmemiş ve engellenmişti.
Türkeş, her seçimde elde ettiği seçmen desteğinin gücünü kullanarak “iktidarda yani yürütmede” en üst seviyede etkin ve paydaş olma hedefinden asla vazgeçmedi.
Elde ettiği her politik üstünlük ve ağırlıkta her zaman devlet kadrolarında Türk milliyetçilerinin ve ülkücülerin yer alması için sonuna kadar ısrarlı bir çabanın içinde oldu.
Asla tarafsız ve risk almayarak beklemekten yana olmadı.
O devlet gemisinin durmayacağını ve o geminin içinde yer almadan siyaset yapılamayacağını bilen bir liderdi.
Aynı zamanda o devlet gemisinin NATO ipotekli, milliyetçilere kapalı rotasını bile bile ısrarla kaptan köşkünü zorlamaktan geri durmadı ve her fırsatta Türk milliyetçilerini güçlü ve etkili kılma mücadelesinden asla vazgeçmedi.
Bizler bu stratejiyi ondan öğrenen nesildeniz.
1950-1991/1991-2002/ 2002-2013/2013-2023 yılları parantezinde “devlet gemisinin” rotasındaki kırılmaları ve değişiklikleri iyi analiz etmemiz lazım.
Dönemsel farklılıklar arasında önde ve geride kalan ve yapılan bazı işleri anlamlaştırmakta zorlandığımız doğrudur.
Bu işlerin “ihanet mi yoksa mecburi vatanseverlikle mi” olduğunu ve bu işleri yapan kimliklerin doğru ya da yanlış mı yaptığını elbette tartışacağız.
Fakat bir ömür boyu ülküdaşlık hukuku olan arkadaşların birbirlerini “davayı satmak, para ve makama satılmak” gibi alçak ve adi iftiralara muhatap kılınması, 9 Işık Doktrini’nin “ahlakçılık, hürriyetçilik, ilimcilik ilkeleri” ile bağdaşmadığı gibi yarınlarda da ciddi kopuşlara sebep olacak savrulmaların kapısını açmak olmayacak mı?
“Milliyetçi İttifak” olarak Sn. Sinan Oğan’ın Cumhur İttifakının adayı Sn.Erdoğan’ı desteklemesi kararımıza sert ve ağır eleştiri yapan arkadaşlarımız oldu.
Davayı sattığımız, makam ve paraya satıldığımız, pastadan pay aldığımız iddiaları iftira düzeyinde sosyal medyada yer aldı.
Aslında “milliyetçi ittifak” adıyla yayımladığımız bildiride (YouTube halen durmakta) niçin Türk milliyetçisi bir aday çıkarmamız gerektiğini ve hedeflerimizi açık açık yazmış ve ilan etmiştik.
Aday çıkarmak, yeterli imza ile seçimlere katılmak, Türk milliyetçilerinin birleşen gücü ile HDP ve bölücü unsurları Türk siyasetinin belirleyicisi olmaktan uzaklaştırmak ve en son hedefimiz olarak da ortaya çıkacak gücümüz ile “yürütmede” etkin, belirleyici ve paydaş olama stratejimizi çok açık olarak yazmış ve ilan etmiştik.
İlk üç hedefimiz gerçekleştikten sonra son hedefimizi nasıl gerçekleştirebilirdik?
Ve bu hedefimizi gerçekleştirirken inandığımız ve bugüne kadar mücadelesini verdiğimiz değerlerimizde bir kırıklık ve savrulma yaşamadan hangi ittifaktan yana olabilirdik?
Ayrıca çok daha önemli ve “ayrıntıda” görmemiz gereken bir husus daha var.
Eğer “Millet İttifakını” destekleseydik ve ola ki kazansalardı “yürütmede” hangi ideolojik kadrolarının öncülüğünde hareket edeceklerdi?
Mesela Dışişleri Bakanlığına kimi atayacaktı “Millet İttifakı”?
Sn.Hakan Fidan’ın yerine Sn.Ünal Çeviköz’ün atandığını bir düşünün?
Devlet kadrolarında hangi ittifak bileşenlerine ne kadar pay verecek ve kadro ayıracaklardı?
Bir milletvekilliğini bile çok görerek vermek istemediği Türk milliyetçilerine ve kanat önderi ülküdaşlarımıza acaba “yürütmede” ne kadarlık bir kadro verecekti ve alan açacaktı?
Kaldı ki kadro vermelerini bir kenara koyun, bu Türk milliyetçisi kadrolar hangi ideolojik kadrolarla yan yana milletimize hizmet edebilecekti?
Fikri yapımız ve Türk milleti için düşündüğümüz hedeflerimiz ile ne kadar örtüşürdü bu tercihimiz?
Şimdi yeni Bakanlar Kurulu açıklandı.
Açıklanan kabine nasıl bir fotoğraf veriyor sizce?
Üstümüze bir sürü hakaretle Soylu’dan, Akar’dan, Bozdağ’dan bahisle “Onların olacağı hükümetler size hayırlı olsun, hayırlı işler.” diyen arkadaşlarımız tekrar yeni kabineyi ve değişmeye başlayacak olan Türkiye’yi öngörmeye ve izlemeye çalışsınlar.
En az, gelecek 10 yılın siyasi haritası çiziliyor ve temeli atılıyor.
Özetle bizler, yani “milliyetçi ittifakla” yola çıkan ve “ kırklar gruplarında” 1,5 yıldır Türk milliyetçilerinin dağılan siyasi iradesinin birleşmesini ve ortak gücünün ortaya çıkmasını isteyen ülküdaşlarımızla “milliyetçi partilerin” bir araya gelerek “milliyetçi ittifakın” kurulacağı güne kadar çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Türkiye’nin, kurulan bu yeni hükümetinin “güvenlik önceliği ve ekonomik” öncelikler ile kurulmasının ötesinde siyasi misyon olarak özel bir görevi de üstleneceğini tahmin etmek zor değil.
Teknokrat ve bürokrat ağırlıklı hükümetler siyasi risk hesabı yapmazlar.
Öncelikleri “devlet ve millet” olur.
Zaten önümüzde en geç 1 yıl içinde Türkiye’de siyasi partiler ciddi ilkesel ve yönetimsel değişiklikler yaşayacaklardır.
Devleti yönetmede ehliyet, liyakat ve akla sahip, siyasi kaliteyi ortaya koydukları zaman milletimiz elbette güvenle gerçek “sivil siyasetin” arkasında duracaktır.
Partilerin siyasi etkinliğini ve ehliyetini ciddi derecede düşüren mevcut “Partiler Kanunu”inşallah bu dönemde değişerek partilerde oligarşik yönetimlerin dönemine son verilir ve gerçek demokrasinin önü açılır.
Bu dönemde Türk milliyetçilerinin gündeminden siyasi dağılmışlık ve nasıl birleşeceğimiz konusu hiç düşmeyecek.
Sadece tenkit yaparak ve laf üreterek netice almamız mümkün değil.
Adımlar atılmalı, saflar oluşmalı, hedefler konulmalı ve derelerin ırmaklar ile buluşarak denizlere kavuşması gibi “büyük milliyetçi ittifakın” yolu açılmalıdır.
Siz yanlış yaptınız, biz doğrusunu yapacağız diyen ve bu doğrultuda adım atan arkadaşlarımız emin olsun ki bizler onların arkasında bir nefer olarak destek vermeye her zaman hazır olacağız.
Bizlerin yanlış tercihle sadece Sn.Erdoğan ve Cumhur İttifakına destek verdiğimiz iddiası gittikçe çürüyecek ve yeni dönemde “yeni siyasi yapılanmada” ve “yürütmede” Türk milliyetçilerinin güçlenmesi için yol yürüdüğümüz inşallah görülecektir.
Bizler o zaman bizleri bıraktığınız yerde sizleri bekliyor olacağız.
Hakkı Şafak SES