KİM KAZANACAK?
İçimde iki ses yankılanır durmaksızın
Biri aydınlık, huzurlu bir bahar sabahı
Diğeri karanlık, çorak bir gecenin yankısı.
İyiyle kötünün savaşıdır bu;
Her zafer, yeni bir yara,
Her yenilgi, derin bir vicdan azabı.
Adaletin hükmü nedir, hangi terazide tartılır?
Yolun sonunda ölüm mü bekler, yoksa sonsuz bir aydınlık mı?
Sorgularken kaybolur insan,
Zamanın içinde asılı kalır,
Dün, bugün, yarın; hepsi birer hayal gibi,
Bir hiçliğin ortasında durur ve kendini arar.
Bir fırtına gibi gelir hayat,
Siler geçer anıları, umutları ve düşleri.
Yalnızlık sarar insanı, derin bir zindanda,
Acı dolu her gün, biraz daha ağır.
Keder, bir gölge gibi peşimde,
Her adımda daha da karanlığa batar ruhum.
Ey sonsuz merhamet!
Günahkâr bir yolcu oldum,
Doyumsuz arzuların peşinde sürüklendim,
Vicdanım her gece uykusuz,
Tövbenin kapısında diz çöküp af dilerim,
Ama bilir misin? Her tövbe, yeni bir hataya gebe.
İnsan, kendi içinde bir savaş alanı.
Ne tam aydınlıkta ne de karanlıkta.
Bir köprüde durur, düşüp düşmeyeceğini bilmeden.
Bu yaşam, bir düş müdür yoksa uyanmak bilmeyen bir rüya mı?
Cevap, belki de kalbinin derinliklerinde gizlidir,
Bir soru fısıldar ruhuna: Kim kazanacak?
Gece mesaisinin sonuna geldim, birazcık temiz havaya hasret kalan ruhumla ve bedenimle seyahat ediyorum, hayallerim uzak bir diyardan yolculuk yapan ıssız bir çölde, susuz kalan sevda tünelinde, yolunu arayan hasretin deminde, yokuşlu bir yol bulup derin nefes alıp vererek hayatımı birer film karesi gibi düşünüp pervasızca yürüyorum.
Dokunsan düşeceğim biriken yoğun duygularımın içinde hapsolmuş kırı kırk yararcasına umutsuz bir tükenişin içinde kendimi buluyorum. Nereye gitsem her yanım biraz burkulmuş biraz yıpranmış teselli arayıp duruyorum. Zamanın hızlıca akışında her fani gibi sonu olan bir mücadeleyle biraz sıkıntılarla uğraşıp, sonra da nefesimin kesileceği ana kadar bir şey anlamadan bir şeylerin tadına varmanın hazzına ulaşamadan derin bir çukurda kendimi gezinip sonu olmayan bir hesap gününe saklıyor gibiyim. İşte her şeyden hesap sormak için kendime direniyorum. İçimdeki ses yankılanıyor:
Uzun uzadıya bir koşturmaca da adalet arar insan, kendi içinde yıllarca verdiği emeğinin değerini ölçmek ister, bu kadar istek başına ve kalbine fazla ağırlık yapar. Çünkü insanlar uzun zamandır Ahta vefanın ne olduğunu anlamak ve görmek istemiyorlar. Son demlerini yaşadığımız bir alemdeyiz hiç gerek yok aslında kendimize fazla anlam yüklememize, kısacık dünyamızda birer gelip geçici misafirleriz kimseye zarar vermeden kimsenin canını acıtmadan adalet duygusunu hem kendimize hem de bizden sonra gelecek nesillerimize birer miras olarak bırakmalıyız. İyilik yap denize at diyen annemin sözleri kulağımda çınlıyor aslında ne varsa bizden önceki nesillerimizde var. İyilik yap sonrasını düşünmemek, aslında birilerine yaptığımız iyiliği bir yere yazıp beklenti içinde girmemek gerekiyor. Hayatımızda bu ekseni referans alırsak her yaptığımız iyilik rıza için olmalı ve inanın bu şekilde bir yaşam şeklinde muhakkak iyilikler farklı yerden gelip sizleri mutlu edecek anılarla hayatınıza renk katacaktır.
Bırakalım ahta vefayı bilmiyenlerin sonunu. Sahi kim kazacak ahta vefayı bilenler mi yoksa bilmeyenler mi? Yoksa yaptığı tüm iyilikleri denize atanlar mı?
Süleyman YÜKSEL