Muhafazakar mahallenin bazı mükellef abileri, üstatları "din elden gidiyor; gençlerimiz deizme kayıyor; böyle giderse camiler ihtiyarların vakit geçirme yerleri haline gelecek; gerçek Müslümanlar iyice azınlıkta kalacak v.s." cümleler kurarak içten içe dertleniyorlar.
Bir defa şu hususun altını kalın bir çizgiyle çizelim;
Bundan dertlenenlerin önemli bir çoğunluğu, şikâyetçi oldukları bu sürecin asli sebeplerinden biri olan politik anlayışın arkasında durmaya halen devam ediyorlar. Bu insanlara şunu sormak gerekiyor; Gelin öncelikle bu sürecin faillerini, sebeplerini hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek; amasız, fakatsız işaretleyelim.
Kimler/neler bunlar? Hangi tutum ve davranışlar insanları onlardan ve dinden uzaklaştırıyor?
Öyle ya, bu mevzuda kim ağzını açarsa söylediği şudur; önemli olan ‘kal’ (söz) değil, ‘hal’dir (amel/eylem). Eğer ortada dinden uzaklaşma varsa burada Müslümanlık iddiasında bulunanların öncelikle kendi iç dünyalarına yönelip ciddi bir nefsi muhasebe ve murakabe yapmaları gerekir. Ve dinden uzaklaştıklarını/soğuduklarını iddia ettikleri insanlara sormalıdırlar;
“Sizi hangi saiklar dinden uzaklaştırıyor? "
Bakalım size ne cevap verecekler?
Onların haline üzülüyorsunuz ya, o zaman alacağınız cevabı vicdanınızın süzgecinden geçirin ve size terettüp eden bir durum varsa oturun mazeret üretmeden gereğini yapın. Bunu yapmak veya yapmamak bir samimiyet testidir. Kibirli/üstenci bir abi fiyakası ile beylik filozofik tespitler yapıp kabahati belli belirsiz kişi ve toplulukların üstüne atmak değildir. Oturun alan araştırması yapın. Liselere, üniversitelere gidin gençlerle yüzleşin ve sorun; dinle probleminiz nedir?
En kötüsü, en riyakarca olanı ise, tutum ve davranışlarıyla bu sürece katkı sunanların bu durumdan şikayetçi olmalarıdır. Yani, hem kel, hem fodul modunda…
Psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı ve araştırmacı değilim. Az çok toplumsal meselelere duyarlı olan birisi olarak çıplak gözle gördüğüm manzara, bu konuştuğumuz mevzuya açık ve net bir şekilde ayna tutmaktadır.
Türkiye toplumunun çoğunluğu eskiden mazlum ve mağdur konumunda olan İslami mahalle sakinlerini adil, dürüst ve ahlaklı görüyorlardı. Harama el uzatmayacaklarını zannediyorlardı. İnsan hakları alanında daha duyarlı olacaklarını düşünüyorlardı. Yolsuzluğa, haksızlığa prim vermeyecekleri kanaatini taşıyorlardı. Bundan dolayıdır ki, 1980’den sonra milli görüş geleneğinin partisi olan Refah Partisine yoğun bir ilgi oluştu ve çok sayıda belediye RP’ye geçti. İlk zamanlar belediye başkanlığı kapılarına kalın ve büyük harflerle “Rüşvet alan da, veren de melundur” yazılıyordu. Ve gerçekten de bir süre bu sözün hakkını vermeye gayret ettiler. Ve bundan dolayı bir sonraki seçimlerde daha çok belediye başkanlığı kazandılar. Sistem içi dinamiklerin onca uğraşılarına, engellerine rağmen başarılı oldular. Ve aynı ölçüde gençler arasında İslam’a yönelik merak ve teveccüh arttı.
Peki, şimdi ne oldu da tersine döndü?
Aynı mekanizma çalışıyor. Dün halinizle, eylemlerinizle, icraatlarınızla insanlara güven, itimat verdiniz. Dininizin sizi rüşvetten, yolsuzluktan ve genel olarak haramdan koruduğunu düşünen insanlar, gençler akın akın dindarlığa yöneldiler. Tayyip Erdoğan’a Ankara’nın kapılarını açan da bu süreç idi.
Ancak burada şu hususun da altını çizeyim; Aslında 2000’li yılların başından itibaren çürüme başlamıştı. Ancak bu çürümenin anlaşılması, öğrenilmesi zaman aldı. Benim gibi siyasi mevzulara ilgi duyan çok az sayıda insan gördü. Veya toplumsal kirlenmişlik o kadar yaygınlaşmıştı ki, onun içindeki bu kütlenin varlığı tam olarak kavranılamadı.
Her vesileyle ifade ettiğimi burada da yinelemiş olayım; İstanbul Büyükşehir Belediyesinde başlayan çürüme 2003 yılında Ankara genel yönetimine taşınınca burayı da enfekte etti. Enfekte olan bu yara bugün kangren olmuştur. AKP’nin ilk yıllarında benim gibi bürokraside çalışanlar az çok bu durumu görmüşlerdir. İstanbul’dan, belediye kökenli gelen heyetin helal-haram çizgisini nasıl aşındırdıklarına tanıklık etmişlerdir.
Bu pencereden bakan dikkatli her göz, siyaset kurumunun nasıl dönüştürücü bir karaktere, mahiyete sahip olduğunu rahatlıkla müşahede edebilir. Dün hangi sebeplerle dine, dindarlığa ilgi duyan insanlar olmuşsa bugün de aynı sebeplerin tersine dönmesiyle dinden uzaklaşıyorlar. Medya araçlarının çoğalmasıyla birlikte artık hiçbir şeyi gizleme ve dikkatten kaçırma imkanınız olmuyor. İnsanlar her halinizi, her yaptığınızı görüyorlar, izliyorlar.
Eğer kendinize güveniyorsanız gidin üniversite kapılarında durun, giren-çıkan öğrencilere sorun. Size söyleyeceklerini üç aşağı, beş yukarı şimdiden söyleyeyim; “Bizler sizlere güvendik. Bu insanlar Müslüman ve dolayısıyla yalan söylemezler, yolsuzluğa, usulsüzlüğe prim vermezler; insanların adaletini gözetirler; haksızlık ve hukuksuzluk yapmazlar. İnsanları ayrıştırmazlar; yönetimlerindeki halkı, hukukun bir emaneti olarak düşünüp kimseye haksızlık etmezler, mağdur etmezler. Kurdun, kuşun hakkının bile gözetildiği bir inancın mensuplarından beklenen/beklenecekler bunlardır. İşte tersine dönen bu meziyetler bu sürecin asli sebeplerini teşkil etti. Bu erdemler tek tek zayi edildi. İnsanoğlunun en yüce fazileti olan güvenirliğinizi / eminliğinizi yitirdikten sonra her şeyinizi kaybetmişsiniz demektir.
Evet, şimdi söyleyin bakalım ey muhafazakâr mahallenin abileri, üstatları; "Din elden nasıl gidiyormuş; gençlerimiz deizme niçin kayıyormuş; camiler niçin cemaatsiz kalıyormuş anlatabildim mi? Halen devam eden bu çürüme sürecinin faillerini içimizde değil dışarıda mı arayacağız?