KARAKOÇ, MAHZUNİ VE BİR ŞİİRİN YAZILIŞ HİKÂYESİ

Abone Ol

Doğuş Edebiyat dergisini çıkardığım seksenli yıllarda Ocak Yayınevi’ni kurmuş ve kitap yayıncılığına başlamıştım. İlk bastığım kitaplar Çağımızın Karacaoğlan'ı Abdurrahim Karakoç’un Vur Emri, Dosta Doğru ve Suları Islatamadım kitapları idi. Vur Emri en bilinen eseriydi; ismi yüzünden de defalarca savcılık soruşturmalarına konu olmuş, açılan mahkemelerden berat etmişti.

Yetmişli yıllarda Vur Emri’nin içinde yer alan aşk ve doğa şiirlerini yenileri ile harmanlayıp “Dosta Doğru” adıyla kitaplaştırdım. İstiyordum ki Karakoç’un aşk ve doğa şiirlerindeki gücünü bir kitap bütünlüğünde dikkatlere sunayım. Ocak Yayınları olarak gösterdiğimiz bu duyarlık yeni kuşak yayıncılarınca anlaşılmadı ve sonraki baskılarında Dosta Doğru’daki şiirler kavga şiirleri ile yeniden harmanlandı.

Sanırım 1984 veya 1985 yılıydı. Mahzuni Şerif’in bütün şiirleri kitaplaştırılmıştı. Aaa o da ne?.. Abdurrahim Karakoç'a ait dört beş şiir Mahzuni’ye aitmiş gibi kitapta yer almıştı. Abdurrahim Ağabey’in bu şiirleri “Söz ve müzik: Aşık Mahzuni Şerif” olarak plak yapıldığı için açılan davayı kazandığını ve tazminat aldığını biliyordum. On yıl sonra kitabı hazırlayan akademisyen arkadaş ikinci defa Mahzuni’yi bir suçun içine atıyordu.

Kitabı Abdurrahim Ağabey’e gösterip durumu özetledim. O sırada yanımızda avukat stajını yeni bitirmiş Rahmetli Şükrü Karaca da vardı. “Sen bana bir vekalet ver, Mahzuni’nin canına okuyayım, ayıptır bu yaptığı” dedi.

Ve Şükrü Karaca vekâleti alıp hem kitabı yayınlayan yayınevine hem de Rahmetli Mahsuni’ye bir noter protestosu gönderdi.

Bakalım ne cevap gelecekti?

İki hafta sonra Ocak Yayınevi adresimize Mahzuni’den bir mektup geldi. Heyecanla açtım ve okumaya başladım. Özetle diyordu ki:

“Kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır . Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu. Sen bir Ağrı Dağısın Karakoç Baba, bense yanında küçük bir tepe… O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir İsyanlı Sükut etmez. Boşver mahkemeyi, hakimi; cezamı sen kes. Karakoç’un şeriatına boynum kıldan incedir”.

Ve bu satırların altında muhteşem bir şiir:

KARAKOÇ BABA’YA

'Elbistan yiğidi Karakoç Baba

Kumanyalar bizde azık değil mi?

Bizim yöremizin gerçek diliyle

Haksıza gözümüz kızık değil mi?

Atına binmeyi bilmeyen tatar

Kendi hayalinde ciritler atar

Beşimiz tok, on binimiz aç yatar

Böyle bir sisteme yazık değil mi?

Sülalem sermemiş yırtılmış sergi

Vallahi dediğim değildir yergi

Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi

Böyle bir adalet kazık değil mi?

Az değildir Karakoç'dan aldığım

Boşa mıydı Mahzunîlik bulduğum?

Sen, ben söylemezsek kurban olduğum

Bizdeki ozanlık bozuk değil mi?''

Abdurrahim Ağabeyi yayınevi yazıhanesine çağırıp mektubu uzattım:

“Mahzuni Şerif beni mahvetti, sıra sen de Ağabey” dedim.

Daha ilk satırlarında gözleri buğulanarak, mahçubiyetten elleri titreyerek okumaya başladı. Sıra şiire geldiğinde bir bulut kaynadı Nurhak Dağları’ndan, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç’un başına hörelendi. Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu:

“Keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık” dedi.

Noter protestosu olmasaydı “KARAKOÇ BABA’YA” şiiri yazılmayacaktı. Bu işin hayrı da bu oldu.

Alper Aksoy