Ölürem Ben Ölürem (2)
KAPUYU ÇALAN KİMDİR?..
Bugün Zonguldak’ın Yenice İlçesi’ne bağlı bir köyde, zamana yenik düşen bir mezarlıkta yatan Mukım Tahir,1900’de Urfa’da Bıçakçı Mahallesi’ndeki babaevinde gözünü açar dünyaya.
Babası Urfa’nın Nevai Aşiretine mensup sevilen, sayılan, toprak sahibi ailelerinden biri olan Büyükhatipoğullarından Mukim Hacı Abdurrahman Ağa’dir. Annesi; Fatma hanımdır.
Tahir Oturan; çocukluğunu ve gençliğini; Suriye, Harran ve Bozova civarında binlerce dönüm tarım arazisi üzerine kurulu 12 köyün, Eski Keriz bahçesi, değirmeni ve merkezdeki sayısız ev, dükkan ve taşınmazın sahibi olarak geçirir.
Gençlik çağlarında şık giyimi, iri-yarı fakat ölçülü fiziği, esmer teni, yuvarlak yüzü, kaytan bıyıkları; serveti, cömertliği, olgun davranışları ve hoş sohbetiyle her mecliste baş köşede yer bulur.
İlk evliliğini kendisi gibi köklü bir ailenin kızı olan İshakoğullarından Fatma hanımla yaparak hayatını tam da düzene sokacakken, beklenmedik felaketlerle yüzleşir.
Günlerden bir gün, arazi anlaşmazlığı yüzünden ve tabi gençliğin verdiği heyecanla, bir arkadaşıyla birlikte öz amcasının canına kıyar. Tutuklanarak Urfa Ceza ve Tevkif Evi’ne konulur. Yargılanması pek fazla uzun sürmez. Mahkeme101 yıl ağır hapisle tecziyesine karar verir genç Tahir’i. Ne var ki, hayatının ilerleyen dönemlerinde yüzüne gülmeyen şansı, son bir kez daha gülümser Mıkım Tahir’in. Mahkeme kararından kısa bir zaman sonra, 1933’te Cumhuriyet’in 10. Yılı nedeniyle çıkarılan genel afla, hürriyetine kavuşur. Ama hürriyet havasını doya doya soluyamadan, hasret dindirmeden ve sevincini sevdikleriyle paylaşamadan, eşi Fatma hanımın amansız hastalığı ile sarsılır.
Cezaevinden çıktıktan sonra musiki meclislerine ara vermeye çalışan Tahir, peşpeşe yediği vurgunların verdiği moral çöküntüsü ile, dostlarından gelen davetleri geri çeviremez. Hemen her gece ayrı bir sıra gecesinde, dağ yatılarında, bağ-bahçe ve ev toplantılarında çalıp söylemeye, cezaevi günlerinde uzak kaldığı alkole bağlanmaya başlar. Sabahın ilk ışıklarına kadar süren eğlence aleminde, hanımının hastalığını unutmaya; daha doğrusu hayatın acı gerçeğinden kaçmaya çalışır. Bu ilgisizlik, Fatma hanımın daha da kötüleşmesine neden olur.
Derken...
Yine böyle bir gecede, müzik ve eğlence meclislerine ağası Mıkım Tahir’le gelen azabının (kahya veya uşağının) kulağına Fatma hanımın
ağırlaştığı haberi fısıldanır. Azap her normal insan gibi, ağasının hanımının ağırlaşması haberine çok üzülür. Bu durumdan haberi olmayan Mukim Tahir’e biraz sert bir şekilde:
“Ağam kalk eve gideceğiz“ der.
Böyle bir hitaba alışık olmayan Tahir hayretler içinde azabının yüzüne bakar ve kötü birşeyler olduğunu sezer. Azabının bu yakışıksız tavrı ve sözleriyle orada bulunanlara karşı mahçup duruma düşmesine rağmen, itiraz etmez, ev sahibi ve misafirlerinden izin isteyerek meclisten ayrılır.
Yol boyunca tek kelime konuşmaz.Eve geldiklerinde Mukim Tahir sertçe kapıya bir-iki vurur. İçerden önce ayak sesleri gelir kulağına ve arkasından Fatma Hanımın:
Kapuyu çalan kimdir
Aç bahım gelen kimdir.
Yaram derine düştü,
Belki gelen hekimdir
Diyen sesini duyar. Mukim Tahir o zaman hanımının çok ağırlaştığını anlar. Kendisini meclisten, yakışıksız bir biçimde kaldıran azabına teşekkür ederek içeriye girer. Hanımı çok hastadır ve ölüm döşeğindedir. Başucuna oturur. Fatma hanımı birkaç gün sonra son nefesini verinceye dek yalnız bırakmaz.
Hayat arkadaşının ölümü yıkar Mukim Tahir’i. Hastalığıyla yeteri kadar ilgilenmediği için kahreder. Eşinin hasta yatağında inlerken, söylediği sözler Tahir’i çok duygulandırır. Ve Fatma hanımdan duyduğu dörtlüğe;
Liverimin kaytanı
Sen geldi ağay hanı
Yüzden seven çoh olur
Candan sevenim hanı
Dörtlüğü ile
Koy desinler desinler,
Şeker şerbet ezsinler,
Halepli bahçasında
Nesibem oynar desinler
Nakaratını ekleyerek Kapıyı çalan kimdir türküsünün ezgileri dudaklarından dökülmeye başlar.