Bana göre iyi bir yazar olabilmek için çok, ama çok okumak gerekir. Ayrıca çapraz okumalar yapılmalıdır. İyi bir yazar olabilmek için iyi bir muhakemeye, felsefeye ve teolojiye sahip olunmalıdır. Yazarlığın bir boyutu kabiliyet ise diğer boyutu okumak ve yaza yaza yazmayı öğrenmektir. Dünya edebiyatının büyüklerine bakınız hepsinin teoloji ve felsefesi güçlüdür. Ateistinden deistine, dinsizinden dindarına kadar hepsinin güçlü bir teolojisi vardır. Batı'da Kitabı Mukaddes'i okuyup anlamadan yazar ve şair olan tek bir sanatçı gösteremezsiniz. Yazar için bir diğer önemli şey üslüptur. İster nesir ister şiir olsun bir yazarı yazar yapan üslubudur. Zira uslüp bir yazarın ıslak imzası yahut eserinin altındaki adıdır. İyi bir yazar metnine adını yazmasa dahi biz onu üslubundan tanırız. Örneğin Necip Fazıl, Cemil Meriç, Yahya Kemal uslüp sahibi yazarlardır.
Kişinin kitap yayınlaması, dergilerde şiirinin çıkıyor olması onu gerçek anlamda yazar veya şair yapmaz. Gazete dergi sahifelerinde şiir ve romanları yayınlanan, kitaplar yayınlayan yüzlerce yazar bugün unutulup gitmişlerdir. Hatta bir devirde popüler olup bir sonraki devirde adı dahi okunmayan yazarlar vardır. Oysa Yahya Kemal'in yaşarken basılmış kitabı bulunmuyordu.Günümüzde kitap basma kolaylaştığı, dijital mecreda yazma olayı yaygınlaştığı için herkes kendini yazar sanmaktadır. Kısa soluklu yazılarla büyük yazar olunmaz. Bugün merdivenaltı dijital yayıncılıkla yüzlerce müsvette yazar türemiştir. Bunlar hayatlarında ciddi birkaç kitap okumadan, Türkçe'ye hakim olmadan kitap yayınlayıp ortalıkta yazar şair diye dolaşmaktadırlar. Bunlar kendi cehaletlerinin farkında olmadıklarından çok kolay ahkam kesmekte, kitap yayınlamakla yazar olduklarını sanmaktadır. Oysa edebiyat tarihinin çöplüğüne bakıldığında yüzlerce yazarın unutulup gittiği görülür.
İlginç olan bu müsvette yazarların itibar görmesi, reklamlarının yapılması, haklarında yazı yazılması ve yazar kabul edilmesidir. Kötü şiir iyi şiiri piyasadan kovduğu gibi kötü yazarlar da iyi yazarları piyasadan kovar, kıymetli eserlere ulaşılmasını zorlaştırır. Edebi hiç bir kaygı taşımayan, hayatında fikir çilesi çekmeyen, bu tip müsvette yazarlar protokol ziyaretleri yaparak kendilerine bir paye sağladıkları gibi, bazen de belediye ve kurumlardan beslenerek kitaplarını bastırmaktadırlar. Eskiden bilgili kültürlü vali, belediye başkanları, idareci ve yöneticiler vardı bunlara pirim vermiyorlardı. Şimdi o kültürlü donanımlı vali, belediye başkanları, idareciler azaldığı için bu müsvette yazar ve şairlerin bilgi ve derinliklerini değerlendirecek makam da yoktur. Bastıkları kitap ağaç kaybı olan bu müsvette yazar ve şairlerin kitaplarını almak israf, okumak zaman kaybı, saygı göstermek ise edebiyata, gerçek yazar ve şairlere hakarettir. Yılda beş yüz şiir, altıyüz roman ve hikayenin basıldığı ülkemizde gerçek anlamda bir roman, toplumu sarsan bir şiirin çıkmaması tuhaf değil mi? Yazar ve şair diye ortalıkta gezen bu kadar adama rağmen edebiyat kısır bir döngü içinde olmadığını kim söyleyebilir?
Ayrıca bu müsvette yazarlar dost ve arkadaş çevresinden devşirdiği kalabalıkla düzenledikleri imza günlerinde arzı endam edip ünlü yazar pozları vermektedir. Hele bir de öğretmen kökenli yahut hanım ise imza gününün kalabalığını siz düşünün. Öğrencileri, gün arkadaşları, dostları ahbapları vs. Onlarca kitap yayınlayıp hakkında tek satır yazılmayan kıymetli yazar ve şairler yanında bunlar hakkında yazılanlara ne demeli? Öyle ki ilk eseriyle kitabı hakkında onlarca yazı yazılan reklamı yapılan hatun yazarlar biliyorum. Yüz sahifelik bir kitap hakkında onlarca yazı yazılıp ropörtajlar yapıldığını görüyorum. Bu tür ilişkilere kerli ferli yazarların dahil olması daha da trajiktir. Necip Fazıl "fikrin ne fahişesi oldum ne zamparası" derken acaba edebiyatın zamparaları ve fahişelerini de düşünmüş müdür? Stefan Zweig, Balzac gibi büyük bir romancı ve yazarın bir dönemini tanımlarken "edebiyatın orospusu" yakıştırması yapmıştır. Biz de böylesine büyük bir yazara eleştiri yapacak kimse var mı? Sanmam!
Bütün bunların yanında bir de edebiyat çeteleri vardır. Bunlar İsa ve havarileri, şeyh ve müritleri gibidirler. Usta çırak ilişkisine girmek istemiyorum zira o dahi gerçek anlamından koparılmıştır. Belli bir klik içinde yer alan yazar ve şairler konumlarını bir dergi üzerinde belirlemişlerdir zaten. Bir peygamber yahut bir şeyh etrafında olduğu gibi konumlarını ve sanatlarını icra ederler. Gerçekte ortaya konulan sanat veya edebiyat değil her gün tekrarlanan bir zikirdir. Birbirine bağlı zikir halkalarında aşkınlaşır kendilerinden geçerler. Ve bunlar bilirler ki Türkiye'de usta çırak ilişkisi önemlidir. Çünkü bir yazarın öldükten sonra anılması dahi bu tür ilişkiye bağlıdır. Necip Fazıl'ın etrafında gençler olmasaydı ölümünden sonra eserlerinden daha çok hatıralarıyla konuşulup tartışılır mıydı? Yine Yahya Kemal-Tanpınar ve Tanpınar-Mehmet Kaplan ilişkisini gözardı etmek mümkün mü? Yaşarken sukut suikasti ne uğrayan Tanpınar'a dikkatleri kim çekmiştir? Otuz yıl sonra günlüklerini kim yayınlamıştır? Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve İsmet Özel tilmizlerine ne demeli? Sağın dergilerini elinize alınız bir kısmı bir üstadın izini takip eder, diğer bir kısmı kendi üstadlığını konuşturur. Edebiyat dünyasında bir şeyhe intisap eder gibi bir üstada intisap ederseniz ancak önünüz açılır, adınızdan bahsedilir. Yoksa Tanpınar'ın "sukut suikasti" dediği şeye maruz kalırsınız....
Ve bir yanda edebiyatın müsvette yazar ve şairleri diğer yanda edebiyatın çeteleri, üstadları, tilmizleri, İsaları ve havarileri... Sonuç olarak ne Orhan Pamuk edasında dolaşan müsvette yazarlara kimse haddini bildiriyor ne edebiyatın üstadlığına soyunanlara ve onların tilmizlerine, İsalarına, havarilerine... Sözün kısası edebiyatın sanatın bir ağırlığı, kalemin ve sözün bir onuru vardır. Ancak O onuru korumak herkese nasip olmaz. Tanrı dahi kelama ve kaleme ant içmiştir... Bu yüzden yazarın ve şairin asli görevi kalemin ve kelamın onurunu korumaktır. Vesselam!