İslam'ı geçmişe hapsetmek

Abone Ol

Deizm, dine karşı olmaktan çok din diye dayatılan yanlışlara duyulan tepkiden doğuyor.Öyle şeyler din diye anlatılıyor ki, onlara inanmak için aklı, hakikati çöp tenekesine atmak gerekiyor. Günümüz insanı sadece -hocalardan nakledilen- bilgilerle iktifa etmiyor, test ediyor, yaşadıklarıyla karşılaştırıyor, bugünün mantığı ile değerlendiriyor. Aklın isyan ettiği yerde de inancını o noktadan geri çekiyor.

Dinin bir sabiteleri var, buna İlhami Güler sabit din diyor, bir de değişen, güncellenen, her çağda yorumlanması icap eden, özü ve amacı baki kalmak şartıyla her çağın idrakine açık hükümleri var. Fıkhın, dönemsel olaylara uygulanmak için ürettiği hükümler buna örnek gösterilebilir. Ancak kendi zamanına konuşan bu hükümler zamanla, tarih üstü kabul edilerek bütün zamanların sorunlarına cevap olabilecek dinin sabiteleri gibi kabul edilmeye başlanmış, böylece fıkhi hükümler din gibi telakki edilmiştir. Buna da Mustafa Çağırıcı, "Müslümanlığı fıkha, fıkhı da tarihe hapsetmek",demektedir.

Fıkıh, güncel sorunlara çözüm ürettiği müddetçe ön açıcı, hayatla din arasında köprü kurmak gibi bir işlev görür. Ancak onun hayatın her alanına yayılması, ahlaki konuları bile kendi konusu haline getirmesi,ahlak ve ibadet gibi konuları birer gönüllük işi olmaktan çıkararak hukukun zorladığı birer zorunluluk alanı haline getirmiştir.Mustafa Çağırıcı bu gerçekten hareketle ahlak merkezli Müslümanlığı bırakıp, fıkıh merkezli din anlayışını tercih etmenin İslam'ın ahlaki özünü boşalttığını söyler.

Tepkisel deizm, biraz da kutsalla ilişkili kavramların dünyevi imkanlar için araçsallaştırılması ve İslam'ın sınıfçı, partici ve ideolojik bir karaktere dönüştürülmesiyle ilgilidir. Din satarak mevzi ve mevki kazanma hırsı, karşıtını da üretmiş, ötekileştirilen, engellenen, hukuku çiğnenenleri hem dini kullananlarla hem de bağlamından koparılarak çarpıtılmış din anlayışıyla problemli hale getirmiştir. Çağırıcı, bu sarmaldan kurtulmanın, her şeyden önce zihinleri bin yıl öncesinde donup kalmış , o yıllara ait bilgilerin çöplüğü haline gelmiş sözde ulemadan kurtulmakla mümkün olduğunu söyler.

O bilgiler için birçok örnek verilebilir, geçmiş yıllarda meydana gelen depremlerde bazı hoca kılıklı cahillerin, bunu o bölgede yaşayanların işledikleri günahlara bağladıkları hatırlardadır. Geçtiğimiz aylarda meydana gelen sel felaketinde, Pandemi salgınında da benzer şeyler söylendi. Oysa Hz.Ömer döneminde de deprem olmuş, Hz.Ömer:"Ey insanlar! Bu deprem sizin yaptığınız davranışlardan dolayı değildir.Canımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki şayet bir daha tekrarlanırsa sizi burada iskan ettirmem," demişti. Bugün kuvvetler birliği neredeyse dini ve milli bir zorunluluk gibi takdim edilirken O, şehirlerde vali ile kadıları ayırarak kuvvetler ayrılığı prensibinin ilk uygulayıcılarından biri olmuştu.

Taliban, 2001 yılında Afganistan/Bamyan'daki insanlık mirası dev Buda heykellerini yıkmış, büyük tepki çekmişti. Bu yıkım Taliban tarafından dinin bir emri gibi takdim edildi. Diğer taraftan hz.Ömer döneminde İran'ın elinde olan Medain fethedilmiş,sarayda ve bazı yerlerde dikilmiş heykellere dokunulmamıştır.

Kadın meselesinde de zamanın ve şartların etkisinden kurtulamayan ulema, kadının hareket alanını olabildiğince daraltan fetvalar vermiştir. Mesela hz.Peygamber, "kadınların gece namazlarına camilere gitmelerini engellemeyin," derken, İmam-ı Gazali, zamanımızda doğru olan yaşlılar dışındakileri engellemektir" demiştir. Böyle böyle kadın, hayattan koparılıp bir -ev mahpusu- haline getirilmiş ve bu da dinin bir emri gibi görülmüştür. Düne kadar kadının okumasını, eğitim almasını, hatta sokağa çıkmasını bile din adına gayri meşru gören bir sürü din adamı yok muydu?

Dini, geçmişin ve farklı toplumların uygulamalarından ibaret görmek, -zamanı geçmiş,- işlevi kalmamış metinleri dinin yerine ikame etmektir. M.Çağrıcı'nın ifadesiyle; "İslam toplumlarının çektiği bütün maddi ve zihinsel sıkıntıların temelinde bu saptırılmış din telakkisi bulunmaktadır." Dinle birey arasındaki bu engel kaldırılmadıkça bu bulanıklık deizmi büyütmeye devam edecektir. "Her şeye rağmen Türkiye, İslam'ın ana öğretisiyle çağdaş demokrasinin temel değerleri arasında mutlu bir buluşmayı sağlama potansiyeline sahip neredeyse tek Müslüman ülkedir."Ve bu sorun çözülecekse, çözecek olan yine birçok meziyeti sayesinde bu millettir.