Bilgisizlik ve cehalet İslam toplumunun en büyük zaaflarından birini teşkil ediyor. Bunun son örneği Hilafet tartışmaları. Yıllarca bu ülkede hilafet dini bir kurum, İslami bir gereklilik olarak takdim edildi. Cumhuriyete ve demokrasiye muhalefet, hilafet kurumu üzerinden yapıldı. Hilafet, dinin bir rüknü olarak kabul edildiği için, kaldırılması dine yapılmış bir saldırı olarak görüldü.
Meseleye daha makul bakanlar, -hilafetin- Müslümanları birleştiren bir kurum olduğundan hareketle eleştirilerini dile getirdiler. Hilafet gitmiş, Müslümanların birliği de bitmişti. Kimse hilafet kurumunun Arap ve Arnavut kardeşlerimizin ayrılığını niçin engelleyemediğini, Birinci Dünya Savaşında Halifenin cihat çağrısının niçin beklenen etkiyi yapmadığını sorgulamadı.
Günümüzde ve geçmişte, hilafetin dini bir kurum olmadığını, Kuran'da ve sünnette dayanağının bulunmadığını söyleyen sayısız bilim adamı var. İslam dünyasında bunu delilleri ile birlikte etraflı bir şekilde izah edenleri başında Seyit bey geliyor. Seyit bey, Mustafa Kemal'in Adalet bakanı idi. Hilafet kaldırılırken bunun gerekçelerini o açıkladı. Mecliste yaptığı konuşma bilgi derinliği bakımından bugün bile aşılamayan nitelikler taşıyor. Özet olarak; Hilafetin bir hükümet şekli olduğunu, dinle alakası olmadığını, kaldırılmasının dine yönelik bir tecavüz olarak değerlendirilemeyeceğini, toplumun işlerini adalet, danışma,liyakati esas alarak yürüten her yönetim biçiminin meşru olduğunu anlatmış, mecliste düzenlemeye karşı olanları bile büyük ölçüde ikna etmişti.
İslam dünyasında hilafetle ilgili belki de en etkili çıkış Mısır'lı Abdürrazık'tan geldi. Abdürrazık 1926'yılında -Türkiye'de hilafet kaldırıldıktan iki yıl sonra- yayınlanan eserinde,hilafetin İslami bir kurum olmadığını,Kuran, sünnet ve icma-ı ümmete dayanmadığını yazdı. Şu sözler ona aittir:" Tarihte hemen hiçbir halife yoktur ki, şiddetli silahlarla,kaba kuvvetle,sıyrılmış kılıçlarla çevrilmiş olmasın. Her devirde hilafet, altındaki tahakküm, kaba kuvvet ve insanların kafatasları üzerinde ayakta durmuştur. Halifenin başını süsleyen taçlar, insan kanını emen bir ejderha, halifeler,insanların haysiyet ve onurunu yağma ederek kuvvet kazanan despotlardır."
Abdürrazık, Türkçe'ye İslam'da İktidarın Temelleri adıyla Ömer Rıza Doğrul tarafından çevrilen kitabında, düşüncelerini temellendirmek için Yezid'in yüce Peygamber'in torunu Hz.Hüseyin'in kanına girmesi, Abdülmelik bin Mervan'ın hilafet hırsıyla kabeyi çiğnemesi gibi bir çok örnek verir. Abdürrazık, hilafetle ilgili kitap,sünnet ve icma-ı ümmet de bir şey bulamayanların son çare olarak,dini ibadetlerin yerine getirilmesi, milletin kurtuluşu için hilafetin gerekli olduğunu ileri sürdüklerini ancak bu gerekçenin en zayıf gerekçe olduğunu belirtir. Zira bu, hilafetin gerekliliğini değil, devletin gerekliliğine işaret eder.Din alimlerinin dini hükümlerin yerine getirilmesi için halifeye ihtiyaç vardır derken kasıtları bir devlet ve onun zamana ve şarlara göre belirlenmiş hükümeti ise bu doğrudur, ancak bununla bilinen hilafet yönetim tarzı kast ediliyorsa bu yanlıştır.Zira,dini hükümlerin yerine getirilmesi hilafet kurumuna bağlı olmadığı gibi halife adı verilen şahsın yönetici olmasına da bağlı değildir.
Abdürrazık, bu görüşlerinden dolayı ağır eleştirilere muhatap olur, Ezher diploması iptal edilir, görevinden alınır, ama zamanla bu görüşlerin doğru olduğu, İslam'ın herhangi bir yönetim biçimi vazetmediği başkaları tarafından da dile getirilir. Nitekim Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, isimli kitabında; ulemanın din-siyaset ilişkisi ile ilgili kavramları kullanım biçiminin sorunlu olduğunu, çünkü bu kullanım biçiminin İslam'ın evrensel ilkeleri ile tarihi pratiğini eşitleyen ve tarihin bir döneminde, o günün şartlarının ortaya çıkardığı bir tecrübe kesitini korumaya alarak ebedileştirdiğini ve teokrasiye kapı araladığını söyler. Bardakoğlu'na göre, geçmişte hilafetle ilgili yazılanların çoğu İslam'ın bakışını değil, o günün fiili durumunu ve kültürünü yansıtır.
İşin özü, hilafet kurumunun da dini hükümlerle alakası olmayan Arap-İslam kültürünün ortaya çıkardığı bir müessese olduğudur. Dini bir durum değil, kültürel bir durumdur. İbni Haldun bu gerçeğe işaretle: Arap kavmiyetçiliği yok olunca, hilafetin de ortadan kalkarak bunun yerini padişahlığın aldığını, söyler. Günümüzde, hilafetin tartışmaya açılması dini özlem ve hassasiyetlerle ilgili değil, tamamen siyasi amaçlarla ilgilidir.İslam'ı hilafetle özdeşleştirmek, toplumu bir siyasete ve bir kişinin iktidarını uzatmaya ikna amacına yöneliktir. Dinin uygulama ve bekasının hilafetle ilgisi yoktur. Abdürrazık'ın bir asır önce dediği gibi,"Cenab-ı Hakk'ın bekasına kefil olduğu bir dinin izzeti veya zilleti, bir yönetim biçimine ya da bir takım idarecilere bağlı değildir.Müslümanların selametinin yahut hüsranının ne hilafetle, ne de halifelerle ilgisi yoktur.