Siyaset ne kadar kuşatıcı, ne kadar kucaklayıcı olursa o kadar bütünleştirici olur. Tersine ırk, mezhep veya daha farklı bir grup kimliği üzerinden yapılırsa o siyaset ülkeyi böler, toplumun farklı kümelerini karşı karşıya getirir. Ülke sınırları içerisinde adeta farklı değerlerden beslenen farklı ulusların oluşmasına zemin hazırlar.
Bu bakımdan ırk veya mezhep siyaseti aslında bütünden farklılaşma amacı taşır. Bir siyasi parti bir etnik kimlik üzerinden siyaset yapıyorsa o etnik kimliği genel kitleden, ülke bütünlüğünden koparmak istiyor demektir. Bunun demokrasi veya insan hakları ile maskelenmesi genel kitleyi ürkütmemek, şartları oluşuncaya kadar doğabilecek tepkileri azaltmak içindir.
Bir ülkede temel hak ve hürriyetlerde eksiklikler, demokrasi ile bağdaşmayan uygulamalar olabilir, nitekim vardır da. Türkiye son bir kaç yıldır hızla demokrasiden uzaklaşıyor. Basın susturuldu, muhalefet mesajlarını kitlelere ulaştırma imkanından mahrum, medya iktidarın yalan makinesi gibi çalışıyor. Vatandaşın doğru bilgiye ulaşma imkanı çok kısıtlı. Her türlü eleştiri ağır bir cürüm gibi tepki görüyor. Böyledir diye ayrıştırıcı siyasete bir haklılık payesi verilemez.
Eksiklikleri, yanlışları ortadan kaldırmanın yolu, toplumu bölmek değil, anti demokratik uygulamalara karşı daha insani, daha ahlaki, daha kucaklayıcı bir siyasetin mücadelesini vermektir.Yargının siyasete çalıştığı bir yerde doğru olan, toplumu birbirinden koparmak değil, adalete hizmet edecek bir yargı erkinin mücadelesini vermektir.
Ne yazık ki, Türk siyasetinde birinci öncelik her zaman parti menfaatleri olmuştur. Çok az lider, parti menfaatleri ile ülke menfaatleri çatıştığında ülke menfaatlerini önde tutmuştur. Günümüzde parti çıkarlarının yerini liderlerin ikbali almış, liderler partilerin önüne geçmiştir. Seçim kanunları, parti tüzükleri hep liderleri kaydı hayat şartı ile koltuklarında tutmak içindir.
İslam, kanaati emretmesine rağmen en doyumsuz, en tatminsiz siyasetçiler İslam dünyasında çıkmıştır. Milletvekili olan bakanlık, bakan olan Başbakanlık, Başbakan olan Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanı olan halifelik, halife olan ebedi iktidar istemekte, kendi rızası ile kenara çekilen siyasetçilere nadiren rastlanmaktadır. Bunun bir nedeni dizginsiz ihtiras ise, bir diğer nedeni de siyasetin rant alanına dönüşmesi gücü ele geçirenlerin zamanla her türlü hukuk dışı işe karışmalarıdır.İktidardan düşmek, dokunulmazlığı kaybetmek, hesap vermekle karşı karşıya gelmek anlamına geldiğinden, suç işlemiş siyasetçiler, iktidarda kalmak için her yolu denemektedirler. Bu tip partiler, siyaset üretemez hale geldiklerinde ya sloganların arkasına sığınmakta, yahut halkı iğfal etmek için dini değerlere yönelmektedirler. AKP'nin bir cami yaptırma derneğine dönüşmesinin arkasında bu gerçek vardır: politik bitiş, vizyon kaybı, hesap verme korkusu elde cami yaptırmaktan başka çare bırakmamıştır.Ekonomi bozukmuş, vatandaş sefalet içindeymiş, emekli,asgari ücretli yarı aç yarı tok geziyormuş,rüşvet, yolsuzluk diz boyuymuş kimin umurunda, partimiz cami yaptırıyor ya...
Din istismarı da başka bir ayrıştırma aracıdır ve din bir hayat nizamı olmaktan çıkarılıp, bir siyasi projeye çevrildiğinde en tehlikeli ve en yıkıcısı olanıdır. Çünkü İslam din ve vicdan özgürlüğünü savunmasına rağmen, siyasetin elindeki din, toplumu sadece ayrıştırmakla kalmamakta, çerçeve dışı ilan edilenlere her türlü muameleyi reva görmektedir.Farklı düşünenlerin kanlarını,mallarını kendilerine helal, eşlerini cariye gibi gören anlayış işte bu siyasileşerek ölçülerinden koparılmış din anlayışının bir neticesidir. İslam fitneyi, öldürmekten ağır bir suç olarak görmüştür. Keza, Allah'ın dinini bir çıkar aracı olarak kullanmak da en büyük cürümlerden biridir.Din yoluyla ayrımcılık, bir yönüyle toplumu ayrıştırırken(fitne) diğer yönüyle de dini bir hayat kılavuzu olmaktan çıkararak, onun din vasfını yok ettiğinden daha ağır toplumsal sonuçlara neden olmaktadır. Doğru olan; ırk, mezhep veya din etiketli bir siyaset değil, sorun çözmeye yönelik bir siyasettir.Dini partileştirmek, dinin cihanşumul yönünü budamaktır. Oysa İslam, herhangi bir partiye sığmayacak kadar büyüktür.Dine sahip çıkmak ayrı şeydir, dini sahiplenmek ayrı şeydir. Dinimize sahip çıkmak hepimiz için bir iman borcudur, dini sahiplenmek ise dini mülkleştirerek diğer insanları ondan mahrum etmektir.İşte siyasetin dini bir ayrıştırma vasıtası haline getirmesi de buradan başlamaktadır.