Prof. Dr. Celal Şengör Göbeklitepe'nin bir tapınak olmadığını, avcı toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçiş sürecinde insanların dinlenmek, bugünkü anlamda muhabbet etmek için toplandıkları bir yer olduğunu söyledi. O dönemde dil/yazı henüz icat edilmediğinden tapınaktaki heykellerin buzulçağından sonra bölgede nesli tükenen hayvan figürlerini unutmamak için çizildiğini, belki de bunu o devrin insanlarının çocuklarına eğitim amacıyla inşa ettiklerini söyledi.Bu, Celal Şengör'ün kendine göre yaptığı bir yorum...
Bazılarına göre Tanrı inancı dil ve kültürün keşfinden sonra icat edilmiştir. Şengör'ün bu ateist görüşünü bir kısım bilim insanları da savunuyor. Şengör'ün dediği gibi bu yapılar mabet değil de bir eğitim, bir dinlenme mekânı ise o devirde henüz tanrı fikri yoktur demektir. Tabii bu görüşün tersini ileri süren bilim insanları ise Tanrı, insanın varoluşuyla birlikte var olmuştu ve insanın içindeki yaratılıştan gelen tapınma duygusunun tanrıyı işaret ettiğini söylemektedirler. Şahsen işin ilahiyat boyutuna girmek istemiyorum. Zira bu konuya girdiğimizde içinden çıkılmayacak kadar çok sorunun havada kaldığı görülür.
Göbeklitepe bir tapınak ise, insanlar hayvan figürlerine tapıyorlarsa aynı döneme denk gelen Karahantepe'de çıkan insan kafası ve fallus heykellerini nasıl yorumlamak gerekir? Aynı devirde insanlık bir tepede hayvan figürlerine taparken bir başka tepede fallusa tapmış olabilir mi? Sonra bir dağın oyularak içine fallus yerleştirilmesini nasıl yorumlamak gerekir? Mesela dağın oyuğunu dişil bir mabet olduğunu ileri sürümez miyiz? Her ovalın vulvayı, her dikeyin fallusu temsil ettiğine inanan görüşün hakim olduğu bir anlayışın kabul gördüğü unutulmamalıdır. Burada insan istemez "İlkel insanlar fallusa, vulvaya veya hayvanlara neden tapmış olabilir?" diye sormak gereği hissediyor. Burada büyük bir çelişki yok mu? Göbeklitepe'nin mabet olduğunu ileri süren Klaust Smidith'in kazı hakkında yorumlar yaptığı sırada ben verdiğim bir röportajda bu işin bir kişinin yorumuna bırakılmayacak kadar önemli olduğunu söylemiştim. Ki zaman beni haklı çıkardı ve bugün Klaust Smitdth'in öğrencisi, kazı başkanı buranın bir mabet olmadığını söyleyerek onun yorumlarını çürütmeye çalışmaktadır. Belki bir başkası gelir onun da yorumlarını çürütür. Çünkü bu kazı alanıyla ilgili ileri sürülen fikirlerin tümü yorumdur. O zaman üçüncü bir nokta üzerinde de yorum yapabiliriz.
Göbeklitepe Şengül'ün dediği gibi bir dinlenme ve sohbet etme alanı ise daha önce "Hafızasını Arayan Şehir" de ileri sürdüğüm "Eflatun'un Şöleninden Urfa Sıra Gecesine" tezimi bir adım daha ileri götürüp, başka bir boyuta taşımam gerekir.O tezinde bugün Urfa'da yapılan sıra gecelerinin geçmişinin Antik dönemdeki şölenlere dayandığını söylemiştim. Bu defa "Eflatun'un Şöleninden Urfa Sıra Gecesine" tezimi "Göbeklitepe'den Urfa Sıra Gecesine" diye değiştirebilirim. Bu topraklarda yaşayanlar toplanıp sohbet etmeyi, belki de şölen yapmayı ilk defa Göbeklitepe'de gerçekleştirmişlerdir.
Göbeklitepe'yi inşa edenler avcı toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçtikleri bu süreçte bir yanda tarımdan faydalanmış, diğer yandan hayvanları keserek kendi kendilerine ziyafet çekmiş olmalılar. Göbeklitepe de çıkan ceylan kemikleri, şarap havuzu buranın aynı zamanda bir şölen alanı olduğunu gösteriyor. Efsaneye göre Hz. İbrahim devrinde çiğköfte dahi ilk olarak ceylan etiyle yapılmıştır. Ayrıca bir dağın en yüksek tepesine yuvarlak bir şekilde inşa edilen Göbeklitepe, Cihat Kürkçüoğlu'nun dediği gibi hem bir şölen hem bir ayin alanı olmalıdır. Bilindiği gibi İslam'da hac ibadeti yapılırken Kabe'nin etrafında çember çizerek tavaf edilir. Bütün tarikatlar zikirlerini belli bir nokta etrafında çember çizerek yaparlar. Mevleviler'in seması dahi nokta ve çember ritüeli üzerine kurgulanmıştır. Allah'ı işaret eden Arapça he (o) harfi çemberden meydana gelir. Bu kazı alanlarının hemen hepsi bir çember şeklindedir. Cahiliye Arapları yemin ederken yere yuvarlak bir çukur kazıp ellerini içine sokarak yemin ederlermiş.
Yemenin ve eğlenmenin bugün dahi bir ayine dönüştüğü bu şehirde, Göbeklitepe'nin, Karahantepe'nin bir şölen yeri olarak ortaya çıkması anlamsız değildir. Antik dönemlerde Urfa ve Harran'da yapılan Orfeus-Diyonozis şölenlerinde de müzik ve şarap eşliğinde ayin yapıldığını unutmamak gerekir. Bugün dahi Urfa müzik, yemek ve eğlenceyle adeta kendinden geçmiştir. Öyle ki Kamboçya, Meksika'da esrar ve eroin nasıl toplumda bağımlılık yaratmışsa! Urfa'da da yemek ve müzik toplumsal bağımlılık yaratmıştır. Müzik ve yemek bir esrar müptelası gibi dini ve dünyevi hayatın her alanına yayılmıştır. Doğum ve ölüm, dini ayin ve dünyevi eğlencelerde müzik bu şehrin vazgeçilmezidir. Zira bu şehir Moliere'in deyişiyle "yaşamak için yemiyor, yemek için yaşıyor".
Bu bağlamda Göbeklitepe'den bugüne gelen bir şölen, bir sıra gecesi kültürünün varlığı inkar edilemez. Düşünün bir defa şehrin ilk Hıristiyanları dahi müzikle İsa'ya inanmıştır. Papazlar halkı ancak müzikle kandırarak kiliselere sokabilmiştir. Burada Aziz Bardaysan'ı, Aziz Afraim'i ve Aziz Yakup'u anmadan geçemeyeceğim. Çünkü bu üç aziz dini müziğin kiliseye yerleşmesinde etkili olmuş, bir çok kilise müziğinin beste ve güftesini yapmışlardır.
Sonuç olarak ortaya çıkan bu tarihi kazı alanlarını şehrin bugünkü refleksini gözardı etmeden yorumlamak gerekir. Göbeklitepe bir hakikat ama hakkında söylenenler ise bir yorumdan ibarettir. Hiç bir yorum bilimsel gerçek değildir. Yalnızca ispat edilmemiş bir tezdir. Bizim burada yaptığımız da bir yorumdan ibarettir. Böyle biline....