“GEÇMİŞTEN GELEN MUTLULUK”

O günlerin havası bile başka kokardı; sabahın erken saatlerinde sokaklar, şimdi kaybolmuş olan o mis gibi temiz havayla dolardı

Abone Ol

Sevgili okuyucularım, bugün sizleri geçmişe, hayatımızın en saf ve samimi anlarına götüreceğim. Eski zamanlarda, her şey daha farklıydı; insanlar, ilişkiler ve hatta zamanın akışı bile. O günlerin sıcaklığını, samimiyetini ve huzurunu tekrar hissetmek için, bir an olsun durup bu güzel hatıraları canlandıralım. Şimdi gözlerinizi kapatın ve çocukluğunuzun, gençliğinizin o güzel anılarını hatırlayın. Soba başında toplanan ailenizi, komşularla paylaşılan bir kahveyi, sokaklarda oynanan o neşeli oyunları… Gelin, birlikte o eski zamanların huzur dolu dünyasında bir yolculuğa çıkalım.


Eskiden, yıllar öncesinde her şey bugünkünden daha farklıydı. O günlerin havası bile başka kokardı; sabahın erken saatlerinde sokaklar, şimdi kaybolmuş olan o mis gibi temiz havayla dolardı. Herkesin bir sabah telaşı vardı, ama bu telaş bile o zamana ait bir huzuru barındırırdı. Sobanın üstünde demlenen çayın buharı, annemin elinden çıkan sıcacık ekmek kokusuyla birleşir, evin her köşesine yayılırdı. Zamanın bu kadar hızlı akmadığı, her dakikanın daha bir anlam taşıdığı günlerdi.

Sokağa çıktığınızda, her kapının önünde komşular selamlaşır, sıcak bir çay daveti havada asılı kalırdı. O zamanlar kapılar kilitlenmez, güvenliğin simgesi komşuluk ilişkileriydi. Herkes birbirini tanır, birinin derdi herkesin derdi olurdu. Mahallenin bakkalı bile başka bir dosttu; deftere yazılan borçlar, güvenin ve samimiyetin birer nişanesiydi. Bakkaldan alınan ekmek, taze gazete ve bir küçük muhabbet, sabahın vazgeçilmezlerindendi.

Çocukların en büyük eğlencesi sokakta oynamaktı. Sokaklar, çocukların kahkahalarıyla yankılanır, oyun bitmek bilmezdi. Bir top, birkaç tebeşirle çizilen seksek ve ip atlamalar, saatlerce sürebilirdi. Oyun aralarında içilen su bile daha tatlı gelir, yorgunluk hissedilmezdi. Kimse eve dönmek istemez, sokak lambalarının yanması bir uyarı değil, sadece oyunların karanlıkta da devam edebileceğinin işaretiydi.

Evde, aileyle geçirilen zamanın kıymeti başkaydı. Televizyon tek kanaldı ve hep birlikte izlenen diziler, filmler vardı. O zamanki dizilerde şiddet ya da nefret değil, aile sevgisi, dostluk, komşuluk işlenirdi. Televizyonun karşısında toplanan aile fertleri, birbirlerine daha yakındı. Sohbetler, kahkahalar eksik olmazdı sofradan. Çay demlenirdi ve demlenen çayın yanında anne eli değmiş kurabiyeler yenirdi.

Annelerimiz, gün boyu ev işlerini yapar, çocukların ihtiyaçlarını düşünürdü. Evde kullanılan her şey, annelerimizin elinden çıkardı; örgü kazaklar, örme patikler, nakışlı örtüler… Her bir işin içinde sevgi, sabır ve emek vardı. Annelerimizin yaptığı yemekler, o dönemlerin lezzetini yansıtırdı. Patatesli börek, zeytinyağlı sarma ve mis gibi tereyağlı pilav sofralarda yerini alırdı. Her lokma, adeta bir sevgiyle yoğrulmuştu.

Babayla geçirilen zamanlar da bir başka anlam taşırdı. Babalar, işten döndüğünde yorgun ama mutlu olurdu. Evde geçirdikleri zaman, aileye ayırdıkları değerli anlardı. Sobanın karşısında oturur, çocuklarına masallar anlatırlardı. Babaların anlattığı her masal, çocukların hayal gücünü besler, onları uzak diyarlara götürürdü. Masallar biter, uykunun huzuru sarardı çocukları.

Kış gecelerinde sobanın etrafında toplanılır, kestane kebap yapılırdı. Sobanın içinden gelen çıtırtılar, evin sessizliğine karışırdı. Herkesin sobanın başına toplanması, sadece ısınmak için değil, birlikte olmanın getirdiği sıcaklığı hissetmek içindi. Kestaneler kızarırken, arada bir patlar, çocukların neşesi daha da artardı. O geceler, kışın en güzel anılarıdır.

Bayramlar, sabırsızlıkla beklenen özel günlerdi. Bayram sabahı erkenden kalkılır, yeni alınan bayramlıklar giyilirdi. Herkes en güzel kıyafetini giyer, büyüklerin elleri öpülürdü. Bayramlaşmalar, o zamanki samimiyetin ve saygının en güzel örnekleriydi. Evde pişen baklavalar, yapılan börekler, komşularla paylaşılır, mutluluk da paylaşılırdı. Bayram, sadece tatil değil, kalplerde yer eden bir sevinçti.

O zamanlar, insan ilişkileri daha derindi. Bir araya gelmek, sohbet etmek, kahve içmek için bahaneler aranmazdı. Kahveler pişer, fincanlar dolardı. Misafirlik, altın değerindeydi; her misafir, evin bereketini getirirdi. Büyüklerimizin anlattığı hikayeler, yaşanmışlıkların izini taşırdı. O hikayeler, hayata dair derslerle doluydu.

Sokak düğünleri yapılırdı o zamanlar. Mahalledeki herkes davetliydi, sokaklar gelinlik giymiş gibi süslenirdi. Düğünler, eğlencenin, birlikteliğin ve sevginin bir göstergesiydi. Gençler oynar, büyükler izlerdi. Herkesin yüzünde bir gülümseme, kalplerinde bir heyecan vardı. Düğün, sadece iki insanın değil, iki ailenin de birleşmesi anlamına gelirdi.

Yıllar geçti, zaman değişti. Şimdi o eski günleri hatırladıkça, içimizde bir özlem beliriyor. O günlerin huzuru, samimiyeti ve sıcaklığı kalbimizde hala yaşıyor. Eski zamanlar, bize öğretti ki; asıl değer, insan ilişkilerinde, samimiyette ve paylaşılan anılarda saklıdır. O günlerin kokusu, şimdi burnumuzda tütüyor. Zaman geçse de, o anılar hep bizimle kalacak, bizi biz yapan o değerler, asla unutulmayacak.


Her ne kadar zaman değişse de, o eski zamanların huzuru ve sıcaklığı kalplerimizde yerini koruyor. Unutmayalım ki, asıl mutluluk, en basit anlarda ve en samimi duygularda saklıdır. Geçmişten aldığımız bu değerli mirası, geleceğe taşırken, hayatımızda her zaman samimiyetin, sevginin ve paylaşmanın önemini hatırlayalım. Eski zamanlar, bizlere hayatın gerçek anlamını öğretiyor; sevgi dolu anılarımızı koruyalım ve bu değerleri yarınlara taşıyalım.

En Güzel Günler Sizinle Olsun.
04.EYLÜL.2024
KUZEY IRAK /ERBİL