ETNİK AYRIŞTIRMA VE SURİYE’DE GELİŞMELER

“etnik ayrıştırma “süreçlerinin devam ettiği bu bölgede alevin harlanması hala çok kolaydır. Bu “etnik ayrıştırma” kavramı üzerinde kısaca durmak isterim.

Abone Ol

Suriye iç savaşı sona ermiş gibi görünüyor. Hem bu acı içindeki ülke açısından, hem komşuları için riskler hala devam etmekle birlikte bir yeniden inşa süreci için umut artmış bulunuyor. Ancak kanaatimce her zaman olduğu gibi şimdi de bu gelişmenin bizde bir “iç politika malzemesi” haline getirilmesi ne doğru bir zamanlama ne de doğru bir tercihtir.

Çünkü, “etnik ayrıştırma “süreçlerinin halen devam ettiği bu bölgede alevin harlanması hala çok kolaydır. Bu “etnik ayrıştırma” kavramı üzerinde kısaca durmak isterim. Çok kısaca: farklı kimlikler oluşturup, bu kimlikler arasındaki farklılıkları derinleştirerek sıcak çatışmalara dönüştürmek ve bu kaostan yararlanarak stratejik amacı elde etme uygulamalarını bir Anglo-Saxon modeli olarak gayet iyi biliyoruz. Dikkatinizi çekmek isterim ki bu etnik ayrıştırma politikaları çok farklı dinamikler üzerinden yürütülmektedir. Sünni-Şii, Dürzi-Nusayri /Alevi, Kıpti, Maruni vb. dini kimliklerle beraber Arap, Türk, Kürt, Yezidi, Keldani vb.  Kavramların tamamı bölgedeki çatışmalarda ateşi harlayan malzemeler olarak aynı anda kullanılmaktadır.

Siyasal İslamcılar da bilhassa Türkiye’de şu gerçeği görmezden gelmeye devam etmektedirler; “ümmetçi” bir ideoloji bakımından bu tarz etnik kimliklerin bu yoğunlukta tekrarlanarak kullanılması hayatın gerçekleriyle örtüşmediği için, “kaosu” temel araç olarak görenlerin değirmenine su taşımaktan başka pratik bir anlamı yoktur.

 Ümmet, teorik bir kavramdır ve tarihin hiçbir döneminde de var olmamıştır. İdeal bir değer olarak anlam ifade eder, reel olarak asr-ı saadet dışında asla var olmamıştır. Siyasal İslamcı model çabalarının en önemli yanılgısı da budur.

Devlet politikaları dünya tarihinde zaman zaman ideolojik temellere dayanmıştır, fakat bu politikalar her zaman büyük acılara ve felaketlere yol açarak tarihin çöplüğüne atılmıştır. Akıllı devlet yöneticileri ideologlar arasından çıkmaz, pragmatik düşünenlerden çıkar. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü kendisiyle zamandaş olan bütün devlet adamlarından ayıran da bu özelliğidir. Bugün de pragmatik düşünen devlet adamlarına ihtiyacımız vardır.

Her türlü vasıtayı kullanarak etnik ayrıştırma süreçlerinden yararlanıp kaos yaratan ve güce dayanarak bu kaotik yapıdan stratejik sonuçlar elde eden moda tabirle “üst akıl” temenni edelim ki uzun vadede kalıcı sonuçlar elde edemeyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti bir “süper güç” değildir, fakat çok derin bir devlet geleneğine sahip, yüksek potansiyeli olan güçlü bir devlettir. Elverir ki, ülkemizi yönetenler soğukkanlılığını kaybetmeden bu devlet tecrübesini günübirlik hesaplara kurban etmesinler.

Suriye, Türklerin Anadolu’dan önce yerleştikleri bir coğrafyadır. Geçtiğimiz 12 yıl bölgemizin istikrarında da ne kadar önemli olduğu artık açıkça anlaşılmış bulunuyor. Bir Pirrus zaferi kimsenin işine yaramaz. Herkes, ama öncelikle de biz sınırlı kaynaklarımızı en rasyonel biçimde kullanarak ve elbette önceliği kendi toplumumuza vererek bir barışın tesis edilmesini sağlamaya çalışmalıyız.

İktidarlar gelir ve gider. Toplumlar ve devletler iktidarlardan daha uzun bir zaman diliminin objesidirler. Tarihe geçmek isteyenler her şeyden önce bu gerçeğin farkında olmalıdırlar. Siyaset yapanların bu gerçekliği kısa vadeli hesapların önüne koymaları hayati derecede önem taşıyor ve bilhassa bu günlerde bu sağduyuya çok ihtiyacımız var.

Sırat, hayatın kendisidir. Kendi sıratımızdan geçerken memleketi kurban vermekten kaçınmak bu ülkenin vatandaşı olmak şerefini paylaşan herkesin en acil görevidir.                                                                                   

Tekrar hatırlayalım, 1924 Anayasasının ruhu şu cümlede saklıdır: “Türkiye Cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”  Biz etnik ayrıştırma oyunlarını alt edebilecek kadar eski ve köklü bir kültürü ve medeniyeti temsil ediyoruz.