1912’de Milli Savunma Bakanı Nazım Paşa’nın emriyle Şükrü Paşa Edirne Savunma Komutanlığı’na atandı. Kendisine çekilen bir telgrafta Edirneyi muhtemel bir kuşatmada sadece 40 gün savunması isteniyordu. Çünkü erzak stokları sadece o kadardı.
Şükrü Paşa ve askerleri erzak stokları bitince süpürge tohumundan yapılmış ekmek, at eti ve kurbağa yemeye başladılar. Bulgar ve Sırp Ordusu top atışlarıyla Edirne’yi sürekli dövüyordu. Son mermi sandıkları açıldığında Erzurum’un Dadaşı beş aydır bitkin düşen mehmetçiğin önüne geçip tarihi konuşmasına başladı:
“Düşman savunma hatlarımızı geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum!.. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat savunma hattımız bozulmadan şehit olursam, kefenim, sabunum ve lifim çantamdadır… Beni işte bu yerde gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir âbide dikeceklerdir.”
İmkansızlıklar içinde hiç şikayet etmeden sadece vazifesini yapan Şükrü Paşa'nın söylediği bu sözler, yiğitliğin âdeta tarifi oldu.
Bütün silah ve top mermileri tükenmişti. Kuşatmanın üstünden tam beş ay, beş gün geçmiş ama Edirne’yi Bulgar ve Sırplara teslim etmemişti.
26 Mart 1913 sabahı ata yadigârı Selimiye Cami’nin kubbesine baktı, minarelerini uzun uzun süzdü… Şükrü Paşa'nın direnişi onların sonu olabilirdi. Bunu düşündüğünde beyni değirmen taşı gibi dönmeye, kulakları uğuldamaya başladı. Ve öğle saatlerinde Edirneyi teslim etme kararını verdi.
Bulgar trenine tutsak olarak bindirildiğinde Şükrü Paşa ağlıyordu.
Selimiye Caminin minareleri de Şükrü Paşa’ya ağlıyordu.
Edirne Osmanlı'nın askeri üssü ve ikinci başkenti idi.
Edirne'ye ağlayan başka bir kahraman daha vardı İstanbul'da: Enver Bey.
"Edirne gidiyor, bunlar seyrediyor" diyordu. Tırnaklarını etine geçirerek, boyun damarları oklava oklava kabaran Enver Bey çaresizliği sevmezdi. 23 Ocak1913'de sadece 30 kişilik idealist genç subaylarla başbakanlığı bastılar. Şükrü Paşa'ya "Edirneyi sadece 40 gün savunacaksın" emrini veren Nazım Paşa darbe günü Yakup Cemil'in silahından çıkan kurşunlarla cezasını buldu. Kamil Paşa hükumetini deviren İttihatçılar idareye el koymuşlardı.
Şükrü Paşa'nın Edirne'yi teslim etmek zorunda kalması oldukça acıydı. Edirne candı, Edirne vatandı, Edirne idealist subayların göz bebeğiydi. Enver Bey'in çevresinde halkalanan bir grup subay İstanbul'dan yola çıktılar. Enver Bey, darbe günü bindiği beyaz atının üzerindeydi yine.
Düşman sadece Edirne'de değildi; İstanbul'da fitne vardı.
İttihatçı düşmanı Hürriyet ve İtilaf Partisi yandaşları devreye girmişti.
İttihatçıları iktidardan düşürmek için İstanbulun her tarafında fitne kazanı kaynamaya başlamıştı:
- “Edirneyi Enver alacağına Bulgar'a kalsın…”
- “Kalsın tabii!..”
- “Zaten Alamaz ki Edirneyi."
- “Alamaz inşallah…”
Enver Bey kilitlendiği hedefe korkusuz yürüyordu.
Ya Edirne onun canını alacaktı ya o Edirne’yi…
İstanbul’dan ihanet haberi kulağına geldiğinde önce bir durakladı; fitne odakları “30 Mart 1913’te imzalanan Londra antlaşması ile Edirne'nin Bulgarlara bırakıldığını ve Enver Bey’in giremeyeceğini” İngilizlere ihbar ettiler.
Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Enver Bey ve genç İttihatçı subaylar ilerleyişe devam ettiler.
İstanbul’da fitne kazanını fokur fokur kaynatan o isimler kimdi?
En başta Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuvayı Milliyeyi boğmaya çalışan İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit Paşa… Onun ardında azılı İttihatçı ve Enver Bey düşmanı İngiliz yandaşı gazeteci. içişleri eski bakanı Ali Kemal… (6 Kasım 1922’de işgal İstanbul’undan kaçırılıp İzmit’te halka linç ettirildi)… Gümülcineli İsmail, Miralay Sadık, Rıza Tevfik, Refik Halit gibi diğer azılı İttihatçı düşmanları…
“Edirneyi Enver alacağına Bulgar’a kalsın” diyen bu İngiliz işbirlikçilerinin torunu Fesli Kadir de İngiliz vatandaşlığına geçip “Anadoluyu Mustafa Kemal alacağına keşke Yunana kalsaydı” diyerek dedelerinin izinden yürüyecekti.
Osmanlı topraklarını paylaşma kavgasında Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar, Romenler birbirine düşmüştü. Bulgarlar bu zincirde en zayıf halkaydı. O yüzden Edirne’deki askerlerinin büyük kısmını çekip küçük bir birlik bırakmıştı.
İttihatçı subayların Edirne kapısına dayanması ile Bulgarlarda korku ve telaş başladı.
Enver Bey’in gönderdiği ulaklar Bulgar kumandanına mektubu ulaştırmıştı:
“Savaşmaya geldik, ya canınızı kurtarmak için kaçıp kurtulun ya da işte er meydanı!..”
Bulgarlar savaşmaya cesaret edemedi ve Edirneyi terk ettiler.
İstanbul fetheden Fatih Sultan Mehmet dedesi gibi Enver Bey beyaz atıyla Edirne’ye girdi.
Londra Antlaşması ile Bulgarlara bırakılan Edirne'nin Türklerde kalmasını daha sonra Bulgarlarda kabullendiler.
Balkan Savaşlarında her cephede yenilmiş askerler ve halk sevinç çığlıkları ile İstanbul’da sokaklara dökülmüştü.
Makedonya’da, Trablus’ta bilenen kılıç Edirne’de kınından çıkmıştı. İstanbul'a dönüşünde Paşa rütbesini alıp Başkumandanlığa oturacak ve Türk tarihinin “Enver Paşa Efsanesi” başlayacaktı…
Ve bütün cephelerde gönülden dile dökülen tek söz vardı:
“Sen hayal kur Enver Paşam!.. Biz senin hayallerin için ölürüz!..”