Çocukluk hatıralarımız arasında ürkütücü bir yere sahip olan, ahir zamanda çıkacağı söylenen deccal hikayelerinin ayyuka çıktığı zamanlara geldik. Yakınlarda dinlediğim Münir Derman Hz.'nin bir ses kaydında da belirttiği üzere, çoktan çıkmış meğer. Hatta neredeyse dünyayı, insanlığı ele geçirmiş, sadece bizim haberimiz olmamış kasten uyutulduğumuz için.
Dün rastladığım videolarında bütün gün dinlediğim Hacettepe Üniversitesi konservatuvarı öğretim üyesi Hakan Yedican sayesinde, zihnimde uzun zamandır oluşan farkındalık parçaları birleşti, pazıl tamamlandı.
Deccalin dünyadaki zulümlerin, sömürülerin müsebbibi olan şer güçlerin kurduğu acımasız kapitalist sistem olduğu bilgisine hiç şaşırmadım. Savaş sanayinin ve günümüzde daha korkutucu boyutta, soykırım ve soygunun müsebbibi olan ilaç kartellerinin de içinde bulunduğu şeytani sistem.
On yıldır düzenli olarak okuduğum Kur'an meali ve tasavvuf kitaplarındaki uyarıların da bu gerçeği görebilmemiz için olduğunu daha net anladım. "Aklınızı kullanın, siz ne kadar az düşünüyorsunuz, şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, eğer mümin iseniz yalnız benden korkun benden! " gibi sayısız uyarı.
Yine tasavvufun da ana konularından olan nefs terbiyesi de bu yüzden bu kadar önemliymiş meğer. Her insanda bulunan korku, nefret, öfke, şiddet gibi şeytani hasletleri bertaraf etmek, sevgi, iyilik, merhamet gibi meleki hasletleri güçlendirmek.
Deccaliyet, şeytani, negatif enerjiden besleniyor, ancak bu negatif hasletlerle frekansı düşen insanların ruhunu ele geçirebiliyormuş çünkü. Bir yıldır, virüs, kıyamet tellallığı gibi sebeplerle salınan korku enerjisinin sebebi de buymuş.
Amaç aynen sürekli maske takma dayatmasında olduğu gibi, bizi korumak değil, frekansımızı düşürüp hasta etmekmiş tahmin ettiğim üzere. Frekans düşüklüğü konusundaki düşmüş melekler ifadesi oldukça duygulandırdı.
Bir ömür bilmeden bıçak sırtında yaşanmışlıklarımı, günümüz insanlarını düşündürdü. Gözlerimin dolup taşmasını önlemek mümkün olmadı. Reklamlar, diziler, filmler ve müzikler gibi pek çok farkında bile olmadığımız yolla korkunç bir tüketici toplum haline getirilmiş olmamız bunun içinmiş.
Görsel basın ve sosyal medya aracılığıyla sürekli vahşet, cinayet, ihanet haberleri ve fotoğrafları servis ediliyor olması bu hain emelin bir parçasıymış. Özendirilen lüks hayat hayaliyle harama, günaha, alkole, fuhuşa saplanmış, dünyalık mal, makam, şöhret hırsıyla hayatı cehenneme dönmüş insanlar bu yüzdenmiş.
Özendirildiği hayatı elde edemediğinde kıskançlık, haset, öfke patlamaları yaşayan, bu sebeple hergeçen gün frekansının düşmesiyle hırçın, hasta, geçimsiz insanlar haline gelen insanları; bu yüzden yıkılan yuvaları, mağdur olan, potansiyel hasta, sorunlu insan adayı çocukları, her köşede ne çok düşmüş ve düşmek üzere meleklerimiz olduğunu düşünüp yanmamak mümkün müydü!..
Gripten kansere kadar hastalıklar da bu sebeple, frekans düşüklüğü ile ortaya çıkıyormuş. Elli sekiz yıllık hayatımda, on bir yıl arayla iki kez farklı cins kansere yakalanacak kadar frekansımın düştüğü zorlanma, bağışıklık sistemimin bozulmasıyla mahkum olduğum süregen hastalık imtihanı ve badirelerle ne çok risk altında yaşadığımı ve yüce Rab'bimizin mucizesiyle, maneviyata yönelmekle nasıl adım adım şifaya, kurtuluşa yürüdüğümü bir film şeridi gibi daha bariz olarak görebildim.
2012 yılında, yakaza halinde bildirilmiş aktarma görevim gereği yaşayarak öğrenmem ve örnek olmam gerekiyordu belkide. En doğru, en etkili şekilde aktarmak ancak bu yolla mümkün olabilirdi zira.
Tesadüf sadece lügatte bir kelime olarak vardır, hayatta tesadüf yoktur denmiş ya; yaşanmışlıklarımı ve son yıllarda karşıma çıkan kaynakları düşününce bu söz de iyice anlam kazandı. Bir ömür yaşadığım ağır ilaç yan etkileri mağduriyeti ve üç yıl önce karşıma çıkan, adalete taşıdığım ve hala görülmeyen Laniczol adlı kemik erimesi ilacıyla soygun ve katliam davamla bu gerçeğe tanık edilmişim meğer.
Emekli halimle ciddi para harcayarak, her biri şifaya basamak olan alternatif tıp tedavileriyle de şifa bulmak yanında deneyim kazanmam murad edilmiş sanki.
Bu süreçte okuduğum Yunus Emre'nin mukaddes görevi kitabı aracılığıyla, "İlahi nizamın bekçiliği görevi nedeniyle, Türklüğün korunması adına her yüz yılda mukaddes görevli bir Türk gelir. Bu zincirin bir halkası, dilimizi ve dinimizi sağlamlaştırma göreviyle Yunus Emre, bilinen gelmiş son halkası da, Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür."bilgisiyle, zihnimde oluşan mukaddes görevli Türkler terimi aydınlanmam da başlangıç oldu.
Yine Atatürk'ün, "Araştırılsa peygamberimizin Türk olduğu anlaşılır. " sözü; hemen akabinde karşıma çıkan Gizlenen Türk Tarihi ve Hz. Muhammed kitabıyla da yerli ve yabancı pek çok tarihi kaynak tescilli olarak; Mu kıtasından başlayarak dünya tarihini, milletlerin atalarını, kavimler göçlerini, Nuh tufanı sonrası oğullarından Yafes'in oğlu Türk 'ün soyunda, Oğuzhan Atamızı, Hz. İbrahim ve daha sonra da Kureyş, Haşimi, Abdullah ve Hz. Muhammed (sav.) silsilesiyle, aynı, temiz İbrahim milletine mensup olduğumuzu görmek herşeyi açıkladı.
Tarihin niçin kasten yanıltıldığı, barbar, kaba- saba gibi sıfatlar yakıştırılması, filmler, asılsız iddialar, uydurulmuş sözde belgelerle, Atatürk için dinsiz, alkolik, yahudi, hatta padişahlarımız için eşcinselliğe kadar varan karalamalarla atalarımızdan, Türklüğümüzden utanmamızı sağlama, her fırsatta, her bahaneyle bölücülük, güçsüz düşürme, bizi kasten hasta, sakat bir millet haline getirme çabalarının sebebini de anlamış oldum.
Şeytanın ordusu olan deccaliyet sistem nasıl dört koldan insanlığı, engel olduğunu çok iyi bildiği temiz ırkın genlerini bozmaya, hasta ve sakat milletler oluşturup sömürmeye, köleleştirmeye çabalıyor ise; yüce Yaratıcı da ilahi nizamı koruma adına temiz ırkı, görevini yapması gereken İbrahim milletini koruyordu.
Gerçekleri görebilmesi için de yine asla tesadüf olmayan son zamanlarda peşpeşe ortaya çıkan Göbekli Tepe, Manisa kazılarında bulunan ve örtbas edilmeye çalışılan aynı semboller gibi pek çok yolla ve saydığım kaynak kitaplar, yıllarını harcayıp farkındalığa ulaşmış ve hizmete adanmış değerli insanlarımız aracılığıyla bizleri uyanmaya, şifaya, mukaddes görevimizi yapmaya yönlendiriyordu.
Unutmamamız gereken en önemli husus, ilahi nizamın yaratıcısının korumaya da muktedir olduğu. Bizim sadece bu imtihanda ne kadar güzel iş yapacağımıza bakılıyor ayetle bildirildiği üzere. Bakalım kimden korkuyoruz, bilerek ya da bilmeden kime hizmet ediyoruz.
Kutsal kitabımız ve alimlerimizin temel eserleri aracılığıyla kazanmamız adına neler yapmamız, nelere dikkat etmemiz gerektiği de bildirilmiş. Bize düşen sadece okumak, anlamak, hayata geçirmek; emir üzere yalnız Allah'tan korkmak, emir ve yasaklarına tam riayetle, namaz- niyazla yine O'na sığınmak, O’ndan istemek.
Uyanık, birlik içinde, güçlü olmak. Gerisini Rabbimize tevekkül etmek. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler diyebilmek. Bu da ancak hakiki iman ile mümkün. Anlayarak okuyup, öğrendiklerimizi hayata geçirmemiz gerektiği ve "Ey inananlar kardeşler olun! "öğüdü, ibadetlerimiz, zikirlerimiz bu hale gelebilmemiz içindi.
Düşmüş ve düşmek üzere olan melekleri kurtarma adına...Hepbirlikte asrı saadete erişebilmeyi ve insanlık alemini de asrı saadete taşıyabilmeyi, bu uğurda güzel hizmetleri de nasip eylesin. Daha geç olmadan, hatalarımızı idrak ve telafi gayretiyle.
Gayret, tevekkül bizden, muvaffakiyet Allah'tan.
Amin Ya Rab'bi!..
Adevviye Şeyda Karaslan
16 Ocak 2021
Hayırlı sabahlar. Sevgiler.