Genç neslin, okuyanı, araştıranı, değer verdiğim, düşünceleri faydalandığım, Mehmet Akif Koç”un “NIETZSCHE AĞLADIĞINDA” kitabı, üzerine yazdığı yazı, çok ilgimi çekti. Hayatımın, başlangıç ve devam eden serüvenini, yaşadım ve yaşıyorum sanki. Yazıda geçen ”yazgını sev, onunla barış, onu severek, onunla yaşa” hepimiz için, insan için, hatıraları ortaya koymuyor mu?
Şu an yurt dışında, bunu okuduğumda, hayatım, bir filim şeriti gibi, gözümde canlandı. Herkes için, belli dönemlerin, farklı hatıraları vardır elbette. Burda sürgünde muhalifleri, mecburiyetten, ülkeyi terk edenleri, kimilerinin, bilim için arayışları, geçim için gelenleri, özgürlüğü kendi ülkesinde bulamamışların, buralardaki durumlarını gördüm, çok etkilendim. Sebebi bilinmeyen acıların şifası olmuyor. İnsan coğrafyasından kopsa da, kendi coğrafyası, onu terk etmiyor. Zaman zamanda, bunları anlatınca, hakikatleri konuşunca, hemen ön yargılar, şucu, bucu mahallesine .Asıl olan,sorgulanması gereken, niçin isyan edenlere kızılıyor da, isyan ettirenlere, kirli rejimlerin adaletsiz yönetimlerine kızılıp, tehlikelerin boyutlarına göre tedbirler alınmıyor. Her insanın, demokratın, düşünmesi gerekenler bunlar değil mi?
Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi( Hilmi Ziya Ülken’in)kitabında, Tanzimat sonrası, düşünce hayatımızın, gelişimini ve ülkemizdeki, bütün düşünce akımlarını okurken, Namık Kemal’den, Ziya Gökalp’e, Ali Suavi’den, Mustafa Suphi’ye, Dr Abdullah Cevdet’ten Hikmet Kıvılcımlı’ya, Yusuf Akçura’dan, Ahmet Ağaoğlu’na ve daha nicelerine uzanan, geniş bir alanda, düşünce hayatımızı, zıt fikirlerde olsa, gözler önüne serilişini görünce, yazgılarımızı önemsiyorum.
Temel düşünce, cehalet, terakki, itilaf, yoksulluk, hürriyet, adalet, istibdat, müzakere alanlarındaki sıkıntılar. Bunlar bugünde, aynı sıkıntılarla yaşanmıyor mu? Hürriyetin olmadığı bir yerde cemiyetler, ülkeler gelişir mi? Refah olur mu? Bilinçli nesiller ülkesinde kalır mı? Ülkesinde yetişir mi? Bizlerin bunu düşünerek, dünle, bugünü kavga ettirerek değil de, ders alarak, barışarak, yarını, geleceği, iyiye doğru götüremeyiz ki! Prangalarımızın esiri olmaktan, toplum, ideoloji, tarih, inançların dayatmalarından ve zorlamalarımızdan, kendi hayatlarımızı, düzene sokmadan, diğerlerinin hayatlarını, düzene sokabilir miyiz? Hayatımızın, yazgılarımızın, her zamanı bize değişimi, gelişimi, iyiye yönelmeyi öğretmesi gerekirken, yönümüzü, gösterirken, yazgımızla bu yönde ders alarak, niçin barışık olamıyoruz? Aklı, bilimi, hukuk ve demokrasiyi anlamlandırarak uygulayanlardaki, sistemi iyi yönde geliştirenlere niçin bakamıyoruz? İşte ben de diyorum ki, yazgını sev, onunla barış, onu severek yaşa ve hayatının, geriye kalanını iyiliklerle donat, amacın, mesuliyetin, iraden, eylemin bu yönde olsun ki, ülkene milletine, insanlığa faydan olsun. Soyun dürsün, kaderin gülsün, adalet olsun, ülken baharı yaşasın. Yaşanabilir bir Türkiye, dünle bugünü kavga ettirerek değil, yarını, görmekle olur. Sosyal barışı, adaleti getirmekle olur.
Geçmişin kirli yüklerini taşıyanlar taşımış, geleceğin baharını, hep beraber yaşamak için ,insan olduğumuzun, farkına vararak, hakikate varalım. Bu kimine, Kızıl elma, kimine Nirvana, kimine ütopya olsa da,mücadelemiz insan olma yolunda olsun. Yazgılarımızın kıymeti, bunun için olmalı. Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam adlı eserinde” değişmez dediğimiz değer ve düşüncelerimiz, yazgılarımız, zamanla elde ettiğimiz, tecrübe ve deneyimlerimiz neticesinde değişebilir. Onun için hangi bedeli ödersek ödeyelim, yeniden hayata başlamak istesem, yazgılarımızla barışık olarak, onu severek aynı dönemlerden geçmek isterim. Demiri demirle döğerler biri sıcak, biri soğuk,
İnsanı, insanla kırarlar, bir aç, bir tok, diyor Pir Sultan Abdal.
09-05-2024 Kemal ALBAYRAK