İnsan doğduğu yeri dünyanın en güzel yeri olduğu için değil, hayata gözlerini açtığında öğrendiklerinin yahut öğrenemediklerinin belleğinde aldığı yer için sever. Zira daha sonraki hayatı onu nereye sürüklerse sürüklesin, mutlaka geçmişinde bu izler bir şekilde yer alır davranışlarında ve çalışmalarında.
Adıyaman'da böyle bir yer bizim için. Dünyanın en güzel yeri olduğundan değil, hayata dair ne varsa ilk burada ögrendiğimizden severiz. Tatlı acı ne varsa burada gördük, burada biriktirdik. Komik, kötü, iyi, zor, kolay, neşeli, hüzünlü ne varsa buraya ait. Yediğimiz ilk dayaktan tanıdığımız ilk artiste, ağladığımız ilk tokattan, sevindiğimiz ilk dondurmaya, aldığımız ilk harçlıktan, patlattığımiz ilk topa kadar buraya ait. Daha sonrakileri bunlara ekledik veya çıkardık. Cüneyt Arkın'dan Hakkı Bulut'a, Orhan Gencebay'dan Türkan Soray'a, Fatma Girik'ten Yılmaz Guney'e kadar ne varsa bize en önce Adiyaman'ı hatırlatır. Ölüme yakın-ki insan ani ölümler hariç, dakikasını saatini bilmese de yakın zamanda öleceğini bilir-çocukluğuna döner, o günlere ait hatıralarıyla ölmek ve toprağa girmek ister.
Adıyaman'dan, bize unutturmaya, belki de kötülemeye çalışma çabalarına rağmen vazgeçemeyişimizin bu sebepten olduğuna inanırım. Değilse ne diye dizboyu yoksulluğuna ve mümkün olmayacak düşlerin arkasına takılıp gidelim ki