Eskiden Kur'an'ı kutsal bir kitap görür; dua etmek ve sevap kazanmak için okurlardı. Kur'an'ın her sözüne teslim olur, iman ederlerdi. Peygamberin hadislerini de dini öğrenmek için okur yahut dinlerdi. Hadis dinlemeye camilere gidilirdi. İslam tarihlerinde ne yazıyorsa doğru kabul ederlerdi. Mızraklı İlmihal'de formülüze edilen İslam'ı aydını avamı bilirdi. Şimdi ise Kur'an'ı kutsal bir kitap gibi değil, beşeri bir eser gibi her satırını sorgulayarak okuyor, her hükmünü irdeliyor, akla uyup uymadığını test ettikten sonra inanıp, veya inkar ediyorlar. Kur'an teslim oldukları bir kutsal değil, yargıladıkları bir kitap! Bir Oryantalistin Kur'an'ı okuduğu gibi okuyorlar. Bir papazın Kur'an'ı, bir hocanın İncil'i okuduğu gibi okuyorlar. Bu yüzden onu okuyanların imanları güçlenmiyor, bilakis soruları artıyor, inkarları çoğalıyor. Kur'an meali okuyup kafası karışan birçok gençle karşılaştım. Çünkü bir kutsalı veya kitabı hangi amaçla okursanız o yönde size kendini açar.
Yeni nesil, eskilerin bilime taptığı gibi akla tapıyor. Metafiziği olmayan fiziki bir dünyada yaşıyorlar. Eskiler daha çok bilimi kutsarken bunlar aklı kutsuyor! Bilimin kutsandığı o dönemde hocalar, vaizler, teologlar Kur'an'ı ilim ve bilimin ışığında açıklıyorlardı. Öyle ki bazı profesörler din adamı gibi konuşuyordu, bazı din adamları da profesör gibi... 80'li yıllarda bilim o denli tabudu ki dinsizlerin de dindarların da payandası olmuştu. Bazı cemaatlerin ve FETÖ'nün çıkardığı dergiler bilimin(!) ışığında Kuran ve İslam'ı anlatıyordu. Örneğin kenarı yanmış bir Kur'an'ın yazısının yanmamasını mucize diye derginin kapağına taşıyıp "Onu (Kur'an'ı) biz indirdik, biz koruyacağız" ayetiyle birlikte veriyorlardı. Mumyalanmış bir cesedi Firavun'un çürümeyen cesedi diye gösterip güya Kur'an'ı ilmi(!) olarak ispatlamış oluyorlardı. Aydaki bir yarılmayı Peygamber'in "Şekkul kamer" mucizesi diye gösteriyorlardı.Hiç unutmuyorum o yıllarda bilimin bu denli yükselişine karşı (yanılmıyorsam) İsmet Özel'in kurduğu Çıdam yayınları "Bilim Kusal Bir İnektir" adlı bir kitap yayınlamıştı.
Şimdi akılcılık kutsandığı, koca dünya küçülüp dijital bir kutuya sığdırıldığı için her şey görünür olmuştur. Herkesin her şeyden haberdar olduğu bu dönemde sorular havada uçuşmakta, en cahil adamla en alim adam aynı soruyu sormaktadır. Sorunlu ve derin dini mevzular artık bir kaç ilahiyatçı profesör veya medrese hocası arasında konuşulup tartışılmıyor. Ekranlarda dijital mecrada konuşulup tartışılıyor. Dar alanda paslaşmalar artık mümkün değil. Bu yüzden bilgisi olsun veya olmasın birçok kimsenin kafasında teolojik sorular cirit atıyor. Herşeyi akıl ve mantık çerçevesinde değerlendiren yeni kuşak(Z) somut veriler arıyor. Çözdükleri testlerde olduğu gibi doğru ve yanlışı görüp öyle cevaplıyorlar. Bunların sorularını teolojisi ve felsefesi güçlü olmayanların cevaplaması mümkün değildir. Artık gözyaşı dökerek, salya sümük trajik bir din anlatımı kimseyi etkilemiyor. Kutsal kitapların trajik dili dahi gençleri cezbetmiyor. Dünyevileşen beyinler trajediden hoşlanmıyor, bilakis komediyi, ironiyi, mizahı daha çok seviyor. Hayatla barışık, özgürlükçü, adil ve paylaşımcı fikirler ilgi görüyor. İnanmıyorsanız son yıllarda revaçta olan filmlerin trajik mi yoksa komik mi olduğuna bakınız. Size bir ipucu verecektir. Gerçekte din konusunda konuşması gerekenler artık teologlar ve felsefeciler olmalı. Ama ne yazık ki teoloji ve felsefeyi halletmiş adamlarımız yok. Bu yüzden gençlerin akılcılık ışığında sordukları sorular havada kalıyor. Gençlerin deistleşip ateistleştiğini görüyoruz ama bir çözüm sunamıyoruz. Ahiret, kıyamet, cennet, cehennem eksenli bir din anlatımı artık gençleri sarmıyor. Onların gönüllerine akıllarına dokunabilecek bir din dili yaratmalıyız. Dini anlatabilmek için ya yeni bir dil bulmalıyız ya yeni bir ufuk açmalıyız...