DENENMİŞİ DENEYENİN
AKİBETİ PİŞMANLIKTIR!.
Yaşar Duru
Önce vekiller/bakanlar ve mebuslararz-ı endam ediyorlar kürsüde.
En sonunda ve günün sonsaatlerine doğru Mahmut celal Bayar alıyor eline mikrofonu. Kürsüye adımını attığı anda kıyamet kopuyor Topçu Meydanı’nda. Muhteşem kalabalık Karadeniz gibi dalgalana dalgalana kabarıyor, kabarıyor, kabararak gürlüyor adeta.
Yuvarlak yüzlü, mat gözlü, güzlüklü, zarif giyimli şişman adan en az beş dakika tek kelime etmeden ve kımıldamadan bekliyor. Hükmedici bakışları ile meydanın her noktasına ulaşmaya çalışıyor adeta. Ve ulaşıyor du.
Neden sonra, kalabalık biraz sakinleşince sağ elini yumruk yaparak kalbinin üstüne bastırıyor. Bir sure öyle kalakaldıktan sonra, sağ elinin şahadet parmağını diğerlerinden ayırıp, gök kubbeyi delmek istercesine yumruğuyla havayı döğüyor bir kaç kere..
Kelimelere.. hecelere ve hatta harlere basa basa, o zamanlar anlıyamadığım bir dille başlıyor sözlerine.
“-Mencerreb bel mücerreb!.. halet bihim nedame!..”
Cümleye noktayı koyar koymaz susuyor. Daha doğrusu susmak zorunda kalıyor. Coşkulu kalabalıktan tekbirler, salavatlar.. belirli belirsiz haykırışlar.. sesler ve feryatlar yükseliyor perde perde..
“Allahu Ekber!..”
Sağına dönüyor Mahmut Celal Beg, aynı sözü aynı ses tonuyla ve “beyninize kazıyın” dercesine bir daha haykırıyor. Kısa bir bekleyişin ardından solundaki kalabalığa tekrarlıyor:
“-Mencerreb bel mücerreb!.. halet bihim nedame!..”
Ben bilmiyorum bu sözün ne anlama geldiğini. Fakat bilenler ve anlayanlar çoğunlukta olmalı ki Topçu Meydanı’nı hıncahınç dolduran binlerce insan, coştukça coşuyor..
“Allah Allah” nidalarıgökgürültüsü gibi patlıyor mavi sonsuzlukta.
Yine tekbir!.. Bird aha tekbir!.. Ve hep tekbir!..
“Allahu Ekber!..”
Milli Mücadele’nin “Galip Hocası” da coşuyor, coşkun kalabalığın coşkusuna kaptırarak ruhunu ve bedenini.
Bir daha.. bird aha tekrarlayarak aynı sözü, tennureler giymeş semazenler misali kendi ekseni etrafında 360 derecelik bir dönüşü çeyrek saatte tamamlayabiliyor ancak!..
Demokrat Parti’nin mahalli idarecilerinin gözlerinin içi gülüyor bu heyecanla. Feryad ü figan ağlayanlar oluyor, bayılanlar, ayılanlar, gözyaşı dökenler istemediğiniz kadar..
“Bu iş burada biter” diyor kimileri.
“Buraya kadar, bundan sonra Urfa’dan Halk Partisi’ne tek rey çıkmaz!..”
“46’nın öcünü almak”tan söz ediyor kimileri de.
Kimileri de farklı farklı yorumlar yapıyorlar gönüllerince.
O gün anlamamıştım bu sözlerin ne demek olduğunu ve ne mana ifade ettiğini.
Kimseye soramamıştım ve kimse de söylememişti.
Hatırladığım coşkun kalabalığın tekbir getiriş ve takdir sözleri..
“-Ben dememiş miydim Müslüman Adamdır diye…”
“-Bak!.. Hiçbir şeyden korkmadan ayet okudu!..”
“-Ayet değildi okuduğu!.. Hadis-I şerifti!..”
Daha neler neler ve ne mealler…
Oysa;
“-Mencerreb bel mücerreb!.. halet bihim nedame!..” tekerlemesi ne ayetti ne de hadis. Bir Arap atasözüydü.
Türkçesi: “Tecrübe edilmişi tecrübe edenin hali pişmanlıktır” demekti.
Bu Arap atasüzünü ve o günden aklımda kalanları 22 yıl sonra, Mayıs 1978’de, Topçu Meydanı’ndan bin 200 kilometre uzakta, İstanbul’da; Tarabya Oteli’nin balo salonundabir kez daha hatırladım.Ve bu anımı Merhum Reis-I cumhur Celal Bayar’ın şeref misafiri olduğu “Milliyetçiler 2. İlmi Kurultayı”nda merhumu yakından tanıyan Tahir Kutsi Makal ağabeyimle paylaşarak “bu dini siyasete alet etmektir” demek gafletinde bulundum.
Gafletinde bulundum diyorum, çünkü; …
O güne kadar bu fakirle konuşurken, yaşça büyüğüm olmasına rağmen, sesini asla yükseltmeyen Tahir Kutsi Makal ağabeyim ile tartışmak zorunda kalmıştık.
Nasıl oldu, hatırlamıyorum. Bir ara söz dönüp dolaşıp Yassıada duruşmalarına geldi. O yıllarda zihnime kazınan peşin hükümle: “Celal Bayar inançsızdı.. mason olduğu için idamdan kurtuldu” gibi mesnetsiz iddialarla duyduklarımı tek doğrularmış gibi savundum inatla.
Tahir Kutsi Ağabey gerçeğin söylediğim gibi olmadığını savundu ısrarla. Ve bu fakiri Türkiye’nin Üçüncü Reis-I cumhuru celal Bayarla hemen o gün tanıştıracağını söyledi.
Söylediğini de yaptı.
Yemek arasında tanıştırıldım bu asırlık çınarla.
Hak etmediğim bir muhabbetle bağrına basıp alnımdan öptü merhum Cumhurreisi. Ellerimizi bir an olsun ayırmadan, Urfa’dan ve Urfalı demokretlerdan söz ettik birkaç kelimeyle. Reşit Kemal Timuroğlu ve ismini hatırlayabildiğim birkaç eski milletvekili ve il yöneticisini sordu.
Vedalaşırken evine davet etme nezaketini gösterdi.
Toplantı bitiminde Tahir Kutsi Ağabey ile aynı arabada gazeteye dönüyorduk. Birkaç saat önceki hararetli tartışmamızın devre arasının suskunluğu içindeydik. Bir konu bulsam da konuşsak diye düşündüğüm bir anda:
“Aslında Bayar’ı ben de senin gibi biliyordum. Mason.. inançsız..ve aklına daha negeliyorsa, öyle düşünüyordum” diye sessizliği bozdu Tahir Kutsi ağabey. “Peki ya şimdi” diye sormama fırsat vermeden devam etti anlatmaya.
“Birkaç sene evvel Çiftehavuzlar’daki evine gittim. Hergün Gazetesi için Röportaj yapmaya yani.. Kafamda soracaklarımdan ziyade sormamam gereken bir yığın soru. Hiç birini soramıyordum nedense. Beyefendi sıkıntımı hissetmiş olacak ki sözü Yassıada Mahkemesine getirdi. Kısa bir girizgahın ardından gözlerini göslerime çivileyip;
“-Arapça.. daha doğrusu Kur’an okumayı bilir misiniz?” diye sordu.
“-Biraz biliyorum efendim” dedim.
“-Yassıada’daki hücremde, yatağımın başucuna bir levha asmıştım. Kendi el yazımla ve Kur’an alfabesiyle.. Bana dayanma gücü veren ve beni Yassıada kuyusundan kurtaran mucize o levhada gizliydi…”
Gözleri nemlenmişti merhum Reisicumhurun. Titrek bir sesle:
“İyyake na(ğ)’budü ve iyyake nasta’in ne demektir, mealini bilir misin?”
Nasıl bilmem..
“Yalnız sana kullukeder yalnız senden yardım dileriz” ilahi hükmünü nasıl bilmem..
O gün gözümde ve gönlümde bir başka celal Bayar imajıyla indim arabadan; o günden sonra ve 23 Ağustos 1986’nın her sene-I devriyesinde merhumu hep “Galip Hoca” kisvesiyle getirdim gözlerimin önüne. Her zaman rahmet ve hürmetle yadettim adını.
(İlk yayın: Tercüman-25 Ağustos 1994- )