Samuel Beckett, sanırım biraz da beni tarif ederek "hepimiz deli doğarız, bazılarımız ise deli kalırız!" demiş.
Deli olanlar bilir de, deli olmayanların da aklını kurcalayan şey; özgürlüğün, yaratıcılığın, duygusallık ve zekanın sınırlarını belirlemeyenlerin varlığı dünyaya ve akıllılara karşı bir direniştir midir acaba?
Suda yürümek, yıldızlara dokunmak, cismen yeryüzünde, ruhen gökyüzünde yaşamak sadece delilerin harcıdır.
Biz birbirimizi bu gökyüzü renkli ruhlarımızdan tanırız. Kimseyi beklemesek de birbirimizi bekleriz.
Zaten bir şeyleri “beklemek”, hepimizin hayatında hemen her zaman var olan ve farklı duygulara yol açan bir hâl değil midir?
Mutluluk bekler insan, sevgiliyi bekler, aşkı bekler, evlenmeyi bekler, başarı bekler.
Hastaysa, çaresizse bir ilaç, bir çare bekler.
Kalbine bir sürpriz, bir mucize bekler. Çünkü “beklemek” meçhullerle dolu hayatın verdiği bir söz değil midir?
İşte birbirlerini neredeyse yürüyüşlerinden tanıyan, gökyüzü mavileriyle selamlaşan bir delinin beklediği ödül "diğer deli"dir.
Ben kendim için deliysem, diğerleri için "diğer deli"yim. Merak etmeyin sakın; içimde benden bir sürü var! Ben bile baş edemedim, bu yüzden kimsenin kendini yormasını istemem, çünkü nafile bir çaba olacaktır.
Bir ruhta en az yedi rengi taşıyan ruhlar yorulmazlar.
Keyfimiz kadar adımız da çoktur bizim; alkım derler bize, ebemkuşağı derler, eleğimsağma, hacılarkuşağı, meryemana kuşağı diyenler bile var. Alaimisema denildiğini de bilirim.
Sen yorma kendini, kısaca "deli" desen de olur.
Yeter ki sen "akıllı" ol.
Nasıl olsa tarih er veya geç soracaktır şu soruyu:
"Onlar mı öğreticidir bu mevzuda, biz deliler mi?" İşte bütün mesele bu.
Kıymet Şahin
07.09.2024 09:41