Değer hesabı

Abone Ol

Ey bugünün türedi nesli! Dedeleriniz Kırımdan Tunus’a, İspanya’dan Hindistan’a, Balkanlardan Orta Doğu’ya uzanan bir hükümdarlığın şanlı tarihine, cihanşümul bir kültürün sahipleriydiler.

İSLÂM’da “günah-sevap” kavramları vardır. Bunlara vâkıf olan insanların kötülük yapmaları, diğerlerine nazaran daha azdır. Çünkü ahirette, yapılanlar en ince ayrıntısına kadar tartılır, boynuzsuz koyun bile boynuzlu koyundan hakkını alır. Günahı ağır olan Cehennem’e, sevabı çok olan ebedî kurtuluş ve saadet bahçesi olan Cennet’e…

Peki, bu dünyada iyi ve kötülerin bir puanlaması yok mu? Amerikalıların saçma bir filmde yaptığı gibi, dünyayı yaşanamaz kılan yalan ve aldatma üzerine kurulu bir puan sistemine gerek kalmaz ahiretteki “günah-sevap” kavramına inanarak yaşanırsa.

Seni her yerde Gören, Gözeten, Bilen, Ehad, Samed, Lem-Yelid ve Lem-Yuled olan Muteâl varlığın Varlığına iman ettiysen, zaten kötü insan olamazsın. Ama O’na inanmayı sadece dilde bırakıp ahireti düşünmeden iki günlük dünya için yaşarsan, yalandan iyi, yalandan adaletli, yalandan güzel insan olur, rol yapıp durursun. İki dünyayı da kaybedersin.

Ma-teessüf, günümüz Müslümanları böyle göstermelik Müslüman olma yolunda hızla ilerliyorlar. İslâm’ı bilmeden, öğrenmeden yaşayıp Müslüman olduklarını zannediyorlar. Peki, nasıl bu hâle geldik? Cevap can yakıcı, içler acısı…

Batı’nın ürettiği vampirler

Küreselleşen dünyada, vampir gibi dünyayı sömürerek ilerleyen güçler, eskisi gibi bomba veya silah kullanmıyor, cephede savaşıp canlarını tehlikeye atmıyorlar. Artık onlar da biliyorlar ki, kitleleri ifsat edip köleleştirmek için daha kolay yollar var. Meselâ insanları aklî-kalbî duygularını bir tarafa bıraktırıp hayvanî-behimî duygulara yönlendirmek, bu duyguları ön plâna çıkarıp, şişirip yemlemek ve bu yemi bizzat üreterek kendilerine köle yapmanın yollarını keşfettiler. Bu silahı kullanarak kitleleri/ülkeleri/imparatorlukları/kültürleri yok edip kendilerine bağımlı kıldılar.

Yemek, içmek, eğlenmek, üremek gibi hayvanî duyguların peşinde koşan canavar, vampir ruhlu insanlar ürettiler. Sapkın, ruhsuz, acımasız, duyarsız, kalpsiz ve robotvari tipler, onların istediği gibi yarı çıplak giyinecek, fabrikasyon ürünlerle beslenecek, onların yaptığı filmleri izleyerek beyinlerini ipotek altına verecek, düğmesine basınca kardeşini parçalayacak gerginlikte saldırgan, annesini satacak kadar çıkarcı olacak, ama küresel sermaye sahiplerinden bir uyuz köpek gibi korkacak. Evet, kişiliksiz kişilikler ve kimliksiz kimlikler oluşturdular.

Bu huzursuz, sevgisiz, merhametsiz, acımasız, beş kuruş için bin takla atan, dünyalık mâkâm ve insanları aldatmak üzere bin bir rol kesen samimiyetsiz, omurgasız insanlar güruhu nasıl türedi? “Dünya leştir, onu talep eden köpeklerdir” diyen bir dinin müntesipleri, “Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, bu dâvâdan vazgeçmem!” diyen Peygamber’in ümmetini, “İslâm sancağını yeryüzüne hâkim kılmak için can vermek şereftir” diyen Alparslan’ın torunlarını, Çanakkale’de oğluna “Hüseyin’im, yiğidim! Dayın Şıpkal’da, baban Dömeke’de, ağaların Çanakkale’de şehit düştü. Bak, son yongam sensin. Eğer minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun. Öl de köye dönme!” diyen anaların kuzuları, hattâ analar ve babalar nasıl bu hâle geldi?

Birinci Murad ki, taht ve saltanat elindeyken, Kosova Savaşı’nda şöyle dua etmişti: “Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Senindir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve sırlarımı en iyi Sen bilirsin ki mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Senin rızânı isterim. Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme. Onlara öyle bir zafer lutfet ki bütün Müslümanlar bayram etsin! Dilersen o bayram gününde şu Murad kulun yolunda kurbân olsun!”

Böyle şehitliği isteyen ve orada şehit düşen bir padişahın torunları nasıl bu hâle geldi? Nasıl küffâra teslim-i silah etti, nasıl yenildi ve düşmana benzedi? O torunlar vatanı nasıl düşman toprakları, kalpleri imansız ve yaşantılarını ahlâksız yaptı? El-cevap: Dünyayı kana bulamaktan zevk alan vampirlerin ellerine uzattıkları dışı süslü, içi zehir pastalarla…

Filmlerle zihinleri satın alıp nefisleri birer azgın canavar hâline getirerek, genetiği oynanmış gıdalarla bedenleri hasta ederek, ahlâksızlıklarını “bale, dans, müzik ve film” adıyla “üst kültür” gibi lânse ederek, din ve ahlâk kavramlarını gericilik diye aşağılayarak, her toplumun gelenek, görenek ve dilini değiştirip kendilerine benzeterek, modada şekil ve renkler belirleyerek, hangi modelin çok satılacağı veya hengi sapıklığın nasıl yayılacağı konusunda şeytanî planlarla gençleri çığırından çıkararak, “güven, iyilik, huzur, aile, komşu, akraba, paylaşım ve erdem” kavramlarını “ihanet, aldatma, haz peşinde koşan kuklalarla reklâm yapmak” şekline dönüştürerek yaptılar bunu.

Hatırlayın mutlu aileleri, huzurlu sokakları… Her evin kendi bahçesi vardı. Tenekelere ekilmiş sardunya ve fesleğen gibi çiçekleri, sağlı sollu geçerek kapısına ulaştığımız bahçeli evleri, o bahçelerde bayanlar rahat hareket etsinler diye yapılmış yüksek duvarları, camlarda perdelerin mahremiyet alanı oluşturduğunu, güven ve huzur içinde yaşayan komşuları hatırlayın… Komşu komşu gidip dertlerin/sevinçlerin paylaşıldığı, çocukların sokaklarda sek sek/top/bilye oynadığı, birinin hastalığı veya sıkıntısında ona yardıma koşulup her şeyin paylaşıldığı, kapılara kilit vurulmadığı günlerden bugünlere geldik. Çelik kapılara kasa anahtarı gibi dört beş anahtar takılıp komşu tıklattığında önce delikten bakıp endişe ve korku ile bilmem kaç kilidin zorla açıldığı, endişeli, huzursuz, güvensiz günlere geldik. Öpmeye kıyamadığımız masum melek çocuklar sokaklarda oynayamaz oldular. Flört, aldatma, adam öldürme liselere, hattâ ortaokullara indi. Vaka-yı âdiyeden suçlar toplumu kasıp kavurdu. Gayr-i ahlâkî birliktelikler teşvik edildi. Mağdur ve hamile kızlar ile birlikte intihar oranı da arttı. Çünkü evlilik külfet, gençliğe ilk adım olan yaşlarda evlenmek gericilik ve zulüm gibi gösterilmeye çalışıldı. Başardılar da…

Hâlbuki evlilik, bir erkeğe, “Kadın senin eşyan değil, kullanıp atamazsın! Ona dokunduysan, nikâh edip ona bakmak, onu bir ömür taşımak zorundasın” telkinidir. Evlilik bağı güvendir, akitleşme ve sözleşmedir. Nikâh olmadan, önüne kim denk geldi ise kandırıp kullanan, aldatan zihniyet, gençliğe “özgürlük” başlığıyla yutturuldu zehirli bir hap gibi.

“Hap” demişken, alkol kullanımı artırıldı. Zevki için dünyayı yakan, daha hayatının baharındayken hayattan bıkmış, serkeş gençlik üretildi. Her türlü gayr-i ahlâkî kirlilik uluorta yere serildi, nefisler için birer köpek gibi ağzının salyasını saçarak dolaşan vampirler yetiştirildi. Her türlü sapıklığa alenen teşvik edildi, gençlere engel olmaya çalışan anne-babalara “Sen modern babasın” hapı yutturulurken kızı ne yaparsa yapsın veya oğlu ne ederse etsin suspus olan anne-babalar türedi.

Ve en tehlikeli zıpkınlarını İslâmî değerlere vurdular. “Ilımlı İslâm” söylemleri ile kâfiri ölçüsüzce kucaklayan, Allah’tan daha merhametli olma pozlarına bürünen garip yumuşakçalar türedi. Fetih şuuruna, cihat kavramına kurdukları terör şebekeleri ile leke sürdüler; katil grupları İslâmî gösterip dinsiz güruhu İslâmcı tanıttılar. İslâmofobiyi virüs gibi yaydılar. Sonuçta dâvâyı, İslâm’ı bilmeyenler, iki kilo patates fiyatına ülkenin mukaddesatını eşdeğer tutan aklı zayiiler sayıca artmaya başladı.

Ülke yönetiminde tek ölçü ekonomik kaygı oldu; devleti yönetenlerin liyakatli olması, bütün İslâm coğrafyasındaki mazlumların arkasında olması, Ayasofya’yı açmaya kalkması, dinibütün olması onları ilgilendirmedi. Dünyaya hâkim güç olmak yerine işkembelerini doldurma peşinde koşan, pazar fiyatlarına göre oy veren cühela kesim meydanlarda ahkâm kesti. Hâlbuki bu ülkenin mazisinde kaç darbe, ne büyük baskı ve katliamlar vardı. Ma-teessüf hepsi unutuldu ve tek mikyas, ceplere giren ve para sefahatini arttıracak maaş oldu.

Ey bugünün türedi nesli! Dedeleriniz Kırımdan Tunus’a, İspanya’dan Hindistan’a, Balkanlardan Orta Doğu’ya uzanan bir hükümdarlığın şanlı tarihine, cihanşümul bir kültürün sahipleriydiler. İslâm uğruna can verip şehit olmak için dua eden dedelere sahipken, patates fiyatına göre ülke gündemi belirleyen kimseler olmaktan hicap duymuyor musunuz? Dedeleriniz 250 kiloluk mermi kaldırırlarken vatan için, siz iki kiloluk patatesi mi yutma derdindesiniz? Cevabı aramak da, bulmak da sizin vicdanınıza kalmış…