Mahalli seçimler, Nasrettin Hocanın “sen de haklısın” fıkrasını hatırlatan bir sonuçla her iki ittifakın kazandığını (!) açıkladığı bir sonuçla bitti.
İstanbul diyeceksiniz, merek etmeyin belki siz bu yazıyı okurken YSK seçimin yenilenmemesi kararını açıklamış olur.
Sn.Erdoğanın “Türkiye İttifakı” ifadesi ve Sn.Kılıçdaroğluna yapılan saldırı seçim sonuçlarının tartışılmasının gündemini alt sıralara itti.
Oy oranlarına göre “Cumhur ittifakı”, “Millet İttifakını” bu seçimlerde cidddi bir oy oranı ile geçti.Yani yendi!..
Fakat, bu galibiyetin sahada ki görüntüsü hiç de memnuniyet verici olmadı.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin Büyük şehir belediyelerini “Millet ittifakının” CHP’li adayları kazandı.
Ülke ekonomisin %65’ini üreten ve toplam verginin % 75’ni veren; eğitimli, iş gücü yüksek, demokrasi karnesi ortalamanın üstünde insanların yaşadığı metropollerde AK Partinin liderliğinde ki “Cumhur İttifakı” başarısız oldu.
MHP ittifaklardan en kazançlı parti olarak çıktı.İYİ Parti ise parlemento seçimlerinin aksine, yerel yönetimlerde siyasi hedefleri açısından “ittifakların” en başarısız parti oldu.
Seçimlerin özeti bu.
Seçim sonrası ise Türkiye, sıcak “ekonomik” ve “dış tehdit” sorunlarının yumak olduğu kördüğüm gündemine geri döndü.
Sn.Erdoğanın bu hafta verdiği “Türkiye İttifakı” mesajı, aslında içeriye, iç siyasete verdiği bir mesaj değil bence.
Sn.Erdoğan, Sn.Kılıçtaroğluna, uğradığı saldırıdan bir gün sonra “yazılı” olarak yayınladığı, olayı kınayan mesajının yeterli olduğunu söyledi.Telefon ile tekrar geçmiş olsun diye aramanın gerek olmadığını söyleyen “Sn.Cumhurbaşkanı”, “ana muhalefet” partisinin liderine böyle sert tavırlı davranarak hangi “Türkiye İttifakından” bahsedebilir?
İç siyasete verilmiş bir mesaj olarak kabul edersek bu tavrı ile ne kadar samimi ve de inandırıcı olabilir?.
AK Parti, ilk defa büyük şehirlerde HDP kontrölündeki “kürt” seçmeni yüksek oranda CHP’ye kaptırdı.
Aslında bu “seçmenin” 16 yıl desteği ile her seçimde ipi göğüslemişti.
Bu sefer olmadı.
Ve buna sebeb faturanın da, MHP ile olan ittifaka, kendi partili kurmaylarınca kesildiğini gördü.
HDP ile, daha önce AK Partiye oy veren “Kürt” seçmen; Kars, Iğdır, Adana, Mersin gibi illerde zaten “Cumhur ittifakının” MHP’li adaylarını değil HDP’li ve CHP’li adayları desteklediler.Yani Sn.Erdoğanın “Cumhur ittifakına” inanmadılar ve onun sözünü dinlemediler.
Dolayısı ile “Türkiye İttifakı” mesajını, “Kürtler üzerinden” yeni bir çözüm süreci sinyalinin, ABD başta olmak üzere AB’ye yani “dışarıya” verilmiş bir mesaj olarak algılamak daha mantıklı olur.
İç siyasete yönelik olarak bu mesajı alırsak CHP, İYİ Parti ve HDP bu mesajın ilk muhatapları olur ki bu durumda bu partilerden ne istenmekte ve bu partiler “Türkiye İttifakı” için ne yapmalıdırlar sorusu gündeme gelir..
Ortalığı germesinler !.
En çok geren ve tahrik eden seçim öncesi ve seçim sonrası “Cumhur İttifakının” bileşenleri ve taraftarları değil mi idi?
4,5 yıl muhalefet etmesinler.Sesizce bir daha ki seçime kadar beklesinler.Sadece “Berat Albayrak yönetiminde ki “Ekonomiyi”, Süleyman Soylu yönetimimde ki “İç güvenlik tedbirlerini” ve Mevlüt Çavuşoğlu yönetimimde ki “Dış İşlerini” ve de General Hulusi Akar yönetiminde ki “Savunmamız” için alınan karar ve işleri muhalefet etmeksizin onaylasınlar (!)..
Bu mu istenen?
Ya da vatandaşa, “bırakın “Millet İttifakını” kuran partilerin safını, gelin “Cumhur ittifakının” adını değiştirip “Türkiye İttifakı” yapalım mı” demek istedi Sn.Cumhurbaşkanı?
Sizce bu anlamı çıkarmak gerçekçi ve de mantıklı olur mu?
İşte bu yüzden Sn.Cumhurbaşkanın bu mesajını “dış tehdit odaklı” olarak, “el an” Türkiye’yi hedef almış olan “Batı’ya” son bir ümit olarak vermiş olabilir diye düşünmek daha mantıklı olur..
Yüz yüze olduğumuz durum ve tehditler o kadar karmaşık değil.
ABD ve AB’ın Türkiyeden talepleri var.
Henüz BOP projesinin nihayi hedefi 18 Ülkenin haritaları değişemedi.
Bir çok ülke içeriden çöküp harabeye dönse de henüz haritalar da bu ülkelerin sınırları şeklen duruyor.
Çünkü, kilit ülke TÜRKİYE’nin siyasi statüsü ve sınırları değişmeden 18 ülkenin sınırlarının değişmesi çok zor olmaktan öte hatta imkânsız!..
Aslında Sn.Erdoğan, “TÜRKİYE İTTİFAKI” çağrısını bir manifesto ile yapsaydı, hem daha anlamlı hem de içeriye ve de dışarıya daha net mesaj vermiş olurdu.
“TÜRKİYE İTTİFAKINA” çağrının maddeleri aynen Amasya tamiminde, Sivas ve Erzurum kongrelerinde ki gibi kısa ve net olmalı.
Yazılacak maddeler belli.
ABD ve AB bizden ne istiyorsa onları asla kabul etmeyeceğimizi tüm dünyaya ilan edeceğiz.
O kadar !..
Meselâ;
TÜRKİYE İTTİFAKINA ÇAĞRI !..
1- Sınırlarımız yakınında IRAK ve SURİYE topraklarında bir KÜRT DEVLETİNİN kurulması asla kabul edilemez.
2- Misakı Milli sınırlarımızda hiçbir terör örgütünün “Federatif yönetim” adı altında varlığına ve toprak yönetimine kavuşması asla kabul edilemez.
3- KKTC’nin varlığına rağmen KIBRIS’ın güneyinde ve doğu akdenizde TÜRKİYENİN paydaşı olmadığı hiçbir “doğal kaynak” paylaşımı, tarafları kim ve hangi ülke olursa olsun asla kabul edilemez.
4- Ermenistan, “Karabağın” işgalinden ve Türkiye’ye yönelik asılsız “soykırım” iftiralarından vazgeçmedikçe Ermenistan’a sınır kapısı açılamaz.
Hepsi bu kadar.
Yok, S400 dü, İran ambargosuydu, FETÖ soruşturmalarıydı vs.. hepsi yukarıda ki ABD ve AB taleplerinin magazinsel teferruatı !..
Türkiye’yi, 82 milyonu kucaklamanın tek yolu, Türk Milletine, tehditleri ve çözümleri net ve tüm açıklığı ile ortaya koyup açıklamakla olur.
Eğer bunu “İktidar ve cumhur ittifakı “ yapmıyorsa, o zaman “Millet ittifakı” yapsın !..
Bu kadar net ve açık olarak önümüzde ki tehditleri ve zor günleri ifade etsin ve çözümün “milli birliğimizden” geçtiğini açıklasın.
Fakat maalesef “iktidar kanadı”, başta “ekonomik darboğaz” olmak üzere bir çok sorunumuzun çözümünü, halen ola ki ABD ve AB ile ilişkileri düzeltmekte görüyor.Ve sanıyorlar ki eski mutlu mesut güzel günlere yeniden dönebiliriz.Ufak rutuşlar ve kısa geri adımlarla ve zamanla üstünü örtüp halka unutturacağımız bazı tavizleri vererek, zaman kazanıp yol yürüyebiliriz ümidi ile siyasi duruş belirlemeye çalışıyorlar.
Muhalefet ise yani CHP ve İYİ Parti, AK Partinin işleri bu noktaya getirdiğini, ülkeyi yönetemediğini,
“Komşularımızla ve Dünya” ile kavgalı olmamızın tek sebebinin AK Parti ve Sn.Erdoğan olduğunu, onlardan kurtulursak kendilerinin ABD ve AB ile ilişkileri düzelteceklerine ve BOP projesinin biteceğine inanmamızı bekliyorlar. Ve asla evet asla ABD ve AB’ ın “küresel tezgahında” Türkiyenin hedef ülke olduğunu ne ifade ediyorlar ne de siyasi hedeflerine “BATIYI” koyuyorlar.Tam aksine onlara şirin görünme ve kendilerinin tercih edilerek destekleneceklerinin ümidi üzerine siyasetlerini bina etmeye çalışıyorlar.
Her iki tarafta yanılıyor.
Her iki tarafın gerekçeleri savunulabilir olsada, “ABD ve AB” ile ilgili ümidli beklentileri hayal ve de gerçekçi değil.
Ülkemiz ve geleceğimiz için asıl sıkıntı ve çözümsüzlük işte bu noktada düğümleniyor.
Bugünlerin sebebi yanlış yönetim ve kararların sahibi “iktidar”, halâ “ikbal ve iktidar” hırsı ile “müstevlilerin gercek emellerini ve hedeflerini” görmek istemeyerek, onların çıkarları ile kendi iktidarlarını tevhid etmenin vebalinin aymazlığı içinde siyasi çıkış ararken; muhalefet temsilcisi partilerimizde “iktidar ve ikbal” arayışlarını “müstevlilerin çıkarlarından” bağımsız olarak, onlar tarafından, “demokrasi, insan hakları, özgürlükler, evrensel değerler ve parlementer sistem ideali için (!) kendilerinin tercih edileceğine ve çözümün kendileri olacağına inanıyorlar.
Süreç, hem iktidar ve hem de muhalefet olarak bu aymazlık ve kısır vizyonla devem eder ve zaman kaybedersek, önümüzde bazıları için, “demokrasinin kesilmesi ve ara rejim” için ortam çok uygun bir hâl alacaktır.
“Sisi” hazırlığında olanlar 16 Temmuzda yarım kalan işlerini bitirmek isteyebilirler!..
Ve de onların bu işi tamamlamasından şüphe içinde olan ve “mevcut iktidar ve muhalefet” ile siyasi kadroların artık ülke sorunlarını çözme konusunda hem “ ÇARESİZ” ve hem de “ YETERSİZ” kaldıklarına inanan birileri de daha önce harekete geçmek isteyebilir.
Nereden gelirse gelsin kim yaparsa yapsın bir ülkede “ara rejim” ve “demokrasinin” kesintiye uğraması her zaman hem yıkıcı ve hem de milletin aleyhine olmuştur.
Sorumluluk öncelikle hem iktidarın ve hem de muhalefetin siyasi yetkili kadrolarınındır.
Ya Türkiyenin sorunlarının temelinde ki gerçek “tehditin” ne olduğu ve düşmanlarımız konusunda bir ortak payda da muhalefeti de buluşturacak, inandırıcı “ TÜRKİYE İTTİFAKI” maddelerini, millete tek ses olarak açıklayın, ya da siyasetin “demokratik yollarını” beceriksizliklerinizle tıkamayın, “demokrasinin” kesilmesine fırsat vermeyin.
Artık gün kendinizin ve kendimizin değil çocuklarımızın, torunlarımızın ve gelecek nesillerin istikbâl ve istiklâlini düşünme ve emniyete alma günüdür.
———-
Bu yazım, bu hafta yayımlanan MİLLİ DEVLET GAZETESİNDE yer almıştır.