Adıyaman’dan doğuya otuz beş kilometre gittikten sonra Kâhta’ya varıyoruz. Kâhta’dan kuzeye dönüp, büyüleyici yolculuğa devam ediyoruz. Yaklaşık beş altı kilometre sonra Karakuş Tümülüs’ü karşılıyor bizi. Dev sütun üstünde kartal başı. Ve yanı başında öksüz Mithridates (Mitrades). Ve çakıl taşlarının örttüğü anıt mezar. Dilsiz, ruhsuz ve taçsız…
Derken Kâhta Çayı karşımızda. Altından ustalığın aktığı Cendere kol kanat germiş, sus diyor Nemrut’a. Savat, Birimse çay… Ah dilsiz kumlar… Sere serpe uzanmış yatıyorlar Fırat’a doğru. Sessizce dinliyorlar Kral Antiochos’u.
Ve devam ediyoruz. Az ileride Kâhta Kalesi sivriliyor karşımızda. Kent uygarlığının eşsiz barınağı. Dev kayalıklar ve derin uçurumlar şehri… Karşıdan el sallıyor Arsemia. Buz gibi suyun üstüne bir kemer gibi tutunan köprüden geçip karşıya çıkınca Arsemia hoş geldin diyor bize. Antiochos ve Herakles üzgün. Sert rüzgârların kulakları yırttığı Nemrut’a bakıyorlar hayran hayran. Gel ey tanrıların suskun kahramanı diyorlar. Güneş tanrısına boyun eğmeyen yüce Lucianus sen de gel. Bilgeler bilgesi. Merhaba.
El sıkışıp hoşça kal dedikten sonra, dağ havasını bastıran tezek kokuları arasından, palamut meşelerinin süslediği dar virajlı yolu tırmanıyoruz. Kayalıklar, meşeler ve susuzluktan çatlamış, vahşi dağlara sırtını dayamış üzgün topraklar… Adım adım yaklaştırıyorlar bizi Nemrut’a. Soluk soluğayız. Tanrı sesleri geliyor yaklaştıkça. Gittikçe çıplaklaşan tepelerin kimi zaman yamacından kimi zaman sırtından aşarak tırmanıyoruz. Bazen yılanların bazen de dev kertenkele sürüleri arasından geçerken, iki bin yıllık masalların diyarına ayak bastığımızı anlıyoruz. Rüzgâr iniliyor. Çığlık çığlığa Nemrut. Öksüz, çaresiz, yeryüzünün bütün tanrılarına isyan ediyor. Çırıl çıplak. Adı üstünde; Nem-rut… Rut... Nam-ı rut... Tanrılara öfkeli ölümsüz çıplak. Hz. İbrahim’i ateşe atan ölümsüzlüğe inanmış tanrılara sesleniyor. En büyük benim. Ben güneşin oğluyum. Güneş benimle selamlaşır ilk önce. Ve benimle elveda eder dünyaya. Ben güneşim. Ben tanrıyım. Ben Kral Antiochos’um… Selam olsun atalarıma. Selam olsun tanrılara.
Bir tepsi içinde altın küre gibi duruyor güneş. Yumurta sarısı. Kızıllaşan ufkun içinde bir nar tanesi… Elini uzatsan değecek. Rüzgâra aldırmadan Antiochos’u arıyoruz.
Nemrut. İki bin yılı iki bin metreye taşıyan efsane. Gökten taş yağmış… Mermer lahitler… Mermer dağ... Altında ne var? Kim var? Niçin burada? Ve niçin Nemrut?
Yeryüzünün sahibi aslan… Gökyüzünün sahibi kartal… Antiochos...
Bunlar olmasa, adı ne olurdu bu çıplak kayalıkların.
Sanki tanrılara merhaba demenin en doğru yeri…
Güneş, rüzgâr ve Fırat…
Bereketli topraklar… Bereketli Hilal…
Ve tanrıların gücü…