Nüfusun 15-20 bin, akşama doğru belediye şehrin bir ucundan diğer ucuna arazözle yolları sulardı. Islanmak için arkasından koşar, arazöze yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşır, suyun tepeden tırnağa bizi sulamasını sağlardık. Şoför düdüğü çalar, arkasından var gücüyle bağırır, uzaklaşmamızı isterdi. Korkar kaçardık, ama az sonra yine koşardık arkasından. Yavaş gittiğinden hemencecik yetiştir, yine ıslanırdık.
Geri kalmışlık eğlencemizdi bizim. Fakirlik eğlencemizdi. Tozlu, çamurlu yollar, eğlencemizdi. Yamalı pantolonlar, ayakkabılar giyerdik bütün bir kış. Bütün bir yaz. Kıyafetlerimiz büyüklerimizden küçülenlerdi çoğunlukla. Babalarımızın eskiyen kazakları yeniden örülür süeter olurdu üstümüze. Bir kış, iki kış, ta ki küçülene kadar giyerdik aynı kazağı. Şehir küçük bizse çocuktuk. Büyükler bütün çocukları tanır, hangi okula gittiğimizi bilirlerdi. Çamur, toprak, su, ekmek mikropsuzdu. Şeker mikropsuzdu. Küfürler şaka, dostluklar hilafsızdı. Kızmalar, küsmeler üç günlüktü. Baharı bahar gibi kişi kış gibi yaşardık. Elmayı elma gibi, karpuzu karpuz gibi yerdik. Mısır süt kokar, üzümler tahta sandıklarla taşınırdı evlere. Narlar deve dışı, domatesler tüm tüm kokardı.
Tozla, çamurla büyüdük. Telefonsuz televizyonsuz büyüdük. Dayakla, küfürle büyüdük. Yoklukla, açlıkla büyüdük. Lakin paranın kifayetsizliği asaletin merhametiydi.
Peynir mayasız, kavun hormonsuzdu. Kafa sakin, kalp sakindi. Küçücüktü dünya. Küçücük... Mara mahlesi kadar... Gavur mahlesi kadar... Çanla ezan karışırdı. Eşek anırır, it havlardı. İnek yemlerken gülerdi Gule bacı. Ah yoksulluk; sen neymişsin öyle...