Hala kuyruk acısından dolayı Ayasofya’ yı hazmedemeyenler, kirli emellerini sürdürmekte ve onların kuyruğuna takılanlar da onlarda bu kuyruk acısını, onlarla birlikte bir kan davası olarak devam ettirmektedirler.
Bu insanlar bu toprağın mahsulü ve ürünü değillerdir.
Başkalarının ekip sürdüğü, tohumlayıp gübrelediği kimselerdir.
Buna rağmen buna ses çıkarmayıp peşinden gidenler de kendilerini kontrol etmelerinde yarar vardır.
Memleketimizde yüz yıldır ekilen bu ayrık otları; bugün asıl ve asil ürünlerin yerine geçmeye hazırlanmaktadırlar.
Kan depreşti.
- Biz yabancılardan dönme yoluyla, yanımıza ve tarafımıza döndürdük.
Onlar ise bizden kendilerine yandaş devşirdiler.
Eğitim sistemini istedikleri gibi şekillendirip, biçimlendirdiler.
Kendi müfredatımızı ne kadar yapabildik ki?
Önce beyinleri göç ettirdik. Daha sonra dumura uğrattık, tozlandırdık, paslandırdık.
1949 Amerikan Fulbright konseyi, oluştu.
Memleketlerin işgalinden önce, zihinler işgal edildi.
KISSADAN HİSSE-1-:
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış.
Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.
Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim. "
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dâhil. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek" demiş.
Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kim bilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş... Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde...
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama... Sende bu evlât acısı... Bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.
- KISSADAN HİSSE-1-:
Karganın biri her gün kilisenin çanına pislermiş. Papaz ne yaptıysa yakalayamayınca çanın bulunduğu yere bir bardak şarap koymuş.
Karga şarabı içip sızınca yakalamış.
Sonra demiş ki: Müslüman olsan şarap içmezsin, Hristiyan olsan çana sıçmazsın. Söyle bana sen nesin?
MEHMET ÖZÇELİK
25-03-2023