ÖZE DÖNÜŞ İÇİN…

"Yaşadığı toprakların aydını olmanın temel şartları, bu bilgiler ışığında düşünmektir."

“Yerliyim yerli olmasına
İlmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar...”

Bir yolculuğa çıkmalıyız. Bu yolculuk aydınımızın kendi iç dünyasına olmalıdır. Beyninde ve duygularında yer etmiş olan çelişkileri belleğinin kullanılmayan bölümlerine doğru ayıklamalıdır. Çelişkilerden en önemlisi edindiği kuramsal bilgilerin penceresinden gerçekler dünyasını değerlendirmesidir. Bir kısım aydınımız bu çelişkisinin farkındadır ve kuramsal bilgilerin oluşturduğu dünyayı bir statü olarak değerlendirmekte ve hayatın gerçekleri ile uzlaştırmayı kendi görevleri arasında saymamaktadır. Bir kısım aydınımız ise hayatın gerçeğinin yok saymakta ve görmezden gelerek kuramsal düşüncelerin yaşamın tamamını oluşturduğunu kalıp yargı olarak savunmaktadır. Oysa bilim yaşam içindir. Yaşamı daha anlamlı hale getirmek içindir. Hiç kuşkusuz ki bu yaşam insanların yaşamıdır. İnsanların yaşamı ile uzlaşmayan bir bilim ne kadar değerli olursa olsun unutulmaya mahkumdur. Aydınımız ürettiği bilgilerin insan için gerekliliğini ve geçerliliğini hesap etmelidir. Aydınımız elbette ve aynı zamanda kendi insanı için ürettiği bilginin gerekliliği geçerliliğini hesap etmelidir. Bu insan sıradan ve sade insandır… O sıradan ve sade insan ki felsefe yapmaz, psikolojik kavramları tartışmaz, üretir, başkalarına zarar vermeden iletişim içinde yaşamak ister. O sıradan ve sade insan ki genellikle risk almaz, evi ve çocukları ile huzur içinde olabildiğince mutlu olmanın çabasını harcar. Zaman zaman yanlışa sürüklense bile bu yanlışa sürüklenmenin sorumluluğu tamamen onun değildir. Yaşamla ölüm arasındaki uzun ve ince yolda kendi çabalarıyla yaşamak ister. Toplumları yaşatan, toplumları ölümsüzleştiren o insandır. O insanın zevkleri, o insanın değerleri, o insanın bakış açısıdır. Tek gücü emeği çalışma ve üretme isteğidir. Zorba güçler karşısında savunmasız, yağma ve talanlara, ölümlere ve acılara açıktır. Sıradan sade insanın bu çaresizliğini geçmişte gördük, bugün bir kere daha bölgemizde yaşıyoruz. Aydın sıradan ve sade insana karşı sorumludur. Onu tanımalı, kuramsal bir takım hipotezlere, teorilere uygulanması zor varsayımlara onu feda etmemelidir. Oysa bugün en büyük kusurlarımızdan biri budur.

İnsanoğlunun ilk edebî ürünleri sıradan ve sade insanın korkuları, sevinçleri, ümitleri değil midir? Bu yüzden bunlar günümüzde bile okunmakta ve beğenilmektedir. Bizim de kendi insanımızı, sanatımızın dokusu, bilimsel araştırmalarımıza odak noktası yapmaya özen göstermemiz gerekmez mi? Evrenselin insanın kendisinden ve yakın çevresinden başlayarak dışa doğru durgun bir göl üzerine attığımız bir taşın yarattığı dalgalar gibi merkezden dışa doğru yayılmamakta mıdır?

İstanbul’un entel barları, meyhaneleri ve kahvelerinden çıkmalıyız. Sakarya caddesinin laf kalabalığı içinde boğulmuş toplanma yerlerinden uzaklaşmalıyız. Sigara dumanları içinde, yarı bulanık beyinlerle, kör dövüşü oynayan veya ilkel cinsellik hikâyelerine boğulan sanatçımızı, tertemiz Anadolu havasına taşımalıyız. Çünkü sanatçıyı yaşatan, içinden çıktığı toplumdur. Sanat kozasının oluşturulacağı yerler de, üzerinde yaşadığı topraklarla insanlar arasındaki sonsuz ve tükenmez ilişkiler bütünüdür.

İnsanını tanımayan aydın, insanını tanımayan edebiyat nasıl evrensel olabilir? Nasıl büyük sanat eserleri oluşturabilir? Düşünce sanat ve edebiyat gür bir dil pınarından beslenir. Bu pınarın sahibi ise sıradan ve sade insandır. Aydın ve sanatçı onun sahibi olduğu bu eşsiz pınarı kiralar, üretimini bu pınarın suyundan yapar ve yine ona sunar. Sıradan ve sade insanın dili oluşturduğu toplumun bütün düşkünlüklerinin bütün üstünlüklerinin ve bütün birikimlerinin inceliklerini içinde taşır. Toplumun acılarını, sevinçlerini ve tutkularını yansıtır. Aydın ve sanatçı ne kadar üstten bakarsa baksın, sıradan sade insanın oluşturduğu bir dünyada ürünlerini yine onun ürettiği bir dille yapar.

Batı düşüncesinin çaresizlik içinde tükenmeye ve geçmişin bütün zararlı düşünceleri yeniden tartışmaya başladığı bir ortamda bir yolculuğa çıkmalıyız. Bu Telemakhos’un babasını bulmak için yaptığı büyülü bir yolculuk değildir. Bu yolculuk askerleri ile birlikte ülkesine dönmek için yaptığı bin bir tehlikelerle dolu ölümcül bir yolculuk değildir. Bu yolculuk aydınımızın ve sanatçımızın kendisiyle hesaplaşma yolculuğu olarak başlamalıdır.

 Yeni bir dönemeçteyiz. Bu dönemeçte yaşadığımız topraklar ve çevresi tekin değil. Ölüm, kan ve göz yaşı içinde.. Ölümler, kan ve gözyaşları yine sade ve sıradan insanın kanı, gözyaşı ve ölümleridir. Bir veba salgını gibi bizim topraklarımıza gelmeden önce kendimizle hesaplaşmalı, kendi beyin ve duygu dünyamızı doğru kurgulamalıyız. Sonra Anadolu’yu ve çevresini acılardan arındırmalıyız..

Prof. Dr. Alemdar YALÇIN

(Yazarın "Anadolu Ezgisi" isimli kitabından alınmıştır.)