"Yaşadığı toprakların aydını olmanın temel şartları, bu bilgiler ışığında düşünmektir."
“... Ben neyim, bu hal neyin nesi?
Yetiş! Yetiş, ey sonsuz varlık muhasebesi”
İnsanın en erdemlisi kendini bilen, yüksek değerlerle donanmış ama bir balçık, bir çamurdan yaratıldığını unutmayan kimsedir. İnsanın en erdemlisi düşüncelerini cesaretle eleştirebilen kimsedir. Aydını okumuştan ayıran gerçek çizgi işte bu çizgidir… Biz aydınlar olarak bir yolculuğa çıkmalıyız… Çıktığımız bu yol beynimizin en ücra köşesine kadar girmiş olan düşünce kırıntılarıyla hesaplaşmaya doğru yol almak şeklinde olmalıdır. Varlığımızı hesaba çekmeden hiçbir şey olamayız.. Varlığını hesaba çekemeyen, kibir, gurur ve yanılgı çukurlarından çıkamayan insanlar her tırmanışında çaresiz aynı çukurun dibine yuvarlanan karıncalara benzer…
Bizim aydınlarımız Batının içine düştüğü tükenmişliği, kör gururu ve zorbalığı incelemeyi, irdelemeyi görev ve sorumlulukları arasında saymamaya devam ediyor. Oysa kendisini hesaba çeken aydınımızın bu hesaba çekiş sonrası doğrudan batının güç merkezlerine kadar giderek onların bu tükenmişliklerinin sebep ve sonuçlarını incelemeliler..
Oysa aydınımız iletişim teknolojilerini kullanmanın ve her geçen gün daha fazla yabancı dil bilmenin verdiği yüzeysel bir bakışla batının üçüncü sınıf, birbiriyle çelişkili ve hatta akıl mantık dışı yorum ve değerlendirmelerini ülkemize aktarmaya çalışıyor… Bunlara inanıyor… Bir gün önce New York’ta, Paris’te veya Berlin’de çıkan bir tartışmayı aynen Türkiye’ye aktarmayı büyük bir iş gibi görüyor… Böylece bilim artık sahte bilim ve popüler bilim bulamacına karışmış ne olduğu anlaşılmayan bir bilgi çorbasına haline geliyor.. Bunları ülkemizin en ücra köşelerinde kurduğumuz üniversitelerimizdeki öğrencilerimize bilimsel gerçekler olarak sunmayı en büyük iş olarak görüyor. Bize gökyüzünden inmiş bir buyruk olan “Ne olurdu insanoğlu apaçık ve inkar edilemez bir gerçekle bilebilseydi.” Buyruğu içindeki apaçık ve inkar edilemez gerçeği araştırmayı yine batılı bilim adamlarının beyin gücüne bırakma tembelliğine sürükleniyor… Onların insafına bırakılmış olan gerçekler ise yine onların çarpık bakış acıları ile birlikte yaldızlı bir takım sözler haline dönüşüyor…
Bazı edebiyatçılarımız da hâlen psiko-seksüel sorunlardan bir edebiyat şaheseri çıkarma çabasındalar. Bu alanda batının, doruklarını oluşturduğunu, mitoloji çağından beri bu alanda söyleneceklerin tümünü, söylediğini anlamamaktadırlar. Bir yazarın cinsellik konusunu ele almakta ne kadar cesur olduğunu göstermesinin, büyük sanat eseri yaratmayacağını bir türlü anlamıyorlar. Sanat beyinde başlar ve beyinde biter. Elle ve dille dışa vurulur. Oysa cinsellik beyinde başlar. Ama sanatın hiç barınamayacağı bir bölgede sona erer. Bunun farkına varmak için yaşadığımız topraklara insanlık tarihine şöyle bir göz atmak yeter…
Cinsellik elbette bize bağışlanmış bir ödüldür. Ama tek başına ilerlemenin ve gelişmenin göstergesi değildir. Günümüz edebiyatında yer alan cinselliğin yemek artıkları gibi sokaklara dökülmüş hali, hatta çok daha ilerisi ve insan tutkularının en ince ayrıntıları yazılmış ve yaşanmıştır. Üstelik insanlık tarihi boyunca sadece toplumların çöküş dönemlerinde...
Bir kısım edebiyatçımız da öz eleştiriyi bir kusur, kendi iç dünyasına bir yolculuğu zaaf olarak görüyor ve kendi dışında olan biteni eleştirmeyi sanatın birinci önemli basamağı olarak değerlendiriyor… Kendi dışımızdaki insanları eleştirmek eleştirmenin en kolayıdır. İş kendimizle hesaplaşmak ve varlık yokluk muhasebesi yapabilmektir. Bunları yapamadığımız için Türk şiiri tarihinin en kısır dönemlerini yaşıyor… Zaman zaman prematüre çocuk gibi cılız ve ölümcül doğumlar yaparak kör topal ilerliyor.1970 doğumlu bütün toplumun benimsediği kalitesini tartışmadığı bir şairimiz neredeyse yok gibi…
Bir kısım edebiyatçılarımız ise kısa zamanda popüler olmak için aktüel gelişmelerin oluşturduğu bir yandan girdap halinde dönen ama bir yandan da hızla akan bir çamur selinin içinde sürüklenip gidiyor.. Hatta popüler olmak için hiç araştırma yapmadan toplumumuzun geçmişinden yine toplumumuzu karalayacak malzeme bulmak ve onunla büyük sanat eserleri yazmak sevdasına düşüyor. Evet bir yolculuğa çıkmalıyız ama bu yolculuğun başlangıcı kendi içimize doğru yaptığımız yolculuk olmalı.. Bu ilk yolculukta en önce ve her şeyden önce kendimizle acımasızca hesaplaşmalıyız. Yoksa yaşadığımız topraklar tekin değil ve yaşadığımız topraklarda bizi acı bir uyanış bekliyor.
Yanılgılardan bir başkası ise her kuşağın Amerika’yı ilk kendilerinin keşfettiğini sanmalarıdır. Oysa bizim gök kubbemizde artık söylenmemiş bir şey, gözlemi yapılmamış bir durum yok gibidir. Önemli olan yaşadığımız çağ için olan doğruları seçmek ve yaşadığımız çağın toplumuna bir hizmet olarak sunmaktadır.
Aydınımızın başının en büyük belalarından biri de moda siyasal düşüncelerdir. Bu moda düşünceler gerçekleri görmemizi engelleyen en önemli engeller arasındadır. Bu engelleri aşmalıyız.. Ne pahasına olursa olsun aşmalıyız. Bir bukağı gibi boynumuzu buran bu kalıp yargıları bir tarafa bırakarak gerçekleri sadece gerçekleri görmeliyiz. Oysa “İdeolojiler insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleridir.” Diyen bir düşünürümüzün bu sözünü ağzımızda sakız edip kendimiz ideolojilerin deli gömleğini giydiğimiz anda toplumumuzu bir yok oluşa götürebiliriz.
Evet artık çok geçmeden bakış açısı ne olursa olsun bütün aydınlarımız bir öz eleştiri yapmalıdır. Bir felsefi düşünceyi anlamaktan çok onunla ilgili bazı kavramları ağzımıza pelesenk ederek sanki o düşünceyi enine boyuna biliyor gibi görünmek kolaycılığından kurtulmamız gerekir. Belki günümüzde aydınımızın en büyük sorunlarından biri budur. “paradigma”, “proses” ve benzeri kelimeleri kullanarak çok okumuş gibi görünmek, anlamadığını anlıyormuş gibi davranmak kolaycılığından kurtulmalıyız. Zaaflar… zaaflar ve zaaflar… Tanrım bizi önümüzü görmekten alıkoyan bu büyük beladan kurtar. Kurtulmamız için çaba harcamamıza yardım et.. Çünkü bilmediğimiz şeyleri yokmuş gibi davranma illetine tutulduk. Oysa bilmediğimiz o kadar çok şey var ki bunları yok sayarak okumuş cahiller sürüsü haline dönüşüyoruz…
Daha kaliteli, daha güzel, daha doğru şeyler üretebilmemiz için zaaflarımızı görmemiz, onları kabul etmemiz onlarla savaşmamız gerekir. Çıkmamız gereken ilk ve en önemli yolculuk bu yolculuktur. Bizi bu yolculuk güçlü kılacak, bu yolculuk kalıcı güzelliklere gitmemiz konusunda bize sonsuz bir güç verecektir.
İnsanlığın geldiği bu son dönemeçte aydınımızı kendisiyle, aydınımızı insanımızla, aydınımızı yaşadığı topraklarla barıştırmanın tam zamanıdır. Bu yapabiliriz ancak önce kendimizle barışmalıyız.
Prof. Dr. Alemdar YALÇIN
(Yazarın "Anadolu Ezgisi" isimli kitabından alınmıştır.)