Sunucu duygusuzca, karşısında iki büklüm oturan ve yüzünde anlamsız bir ifade olan kadına, “ Sen iki çocuğunu kocana sana göğüs silikonu yaptırması için mi verdin?” diye soruyor.
Kadın, “Evet.” diyor dudakları bile zar zor oynarken.
Kadında, anneliğin işlediği bedenden zerre özellik görünmüyordu.
Kapattım telefonu, midem bulandı. Kendi canından koparak dünyaya getirdiği evlatlarına karşı pazarlık yapabilen cani bir kadın olarak hafızalarda yer edineceğinin farkında mı diye düşündüm.
Böyle acayip bir konuyu işlerken seyircilerin yine duygularından nemalanacak olanlar kendilerince toplumun sorunlarına el attıklarını, çıkmaza girenlerin kurtarıcısı olduklarını, mı düşünüyorlar? Bu tarz konuları milyonların önüne sererek televizyon programına konu etmek ne kadar sağlıklı?
Bir kadın demiyorum, bir anne, evladından vazgeçer mi? Vazgeçiyorsa bunun altından dramatik sorunlar vardır. Bu programı izleyince bir çobanın hikâyesini anımsadım. Bir hayvanın dahi yavrusu için nelere katlandığını okuyarak, anneliğin kutsallığını bize hatırlatacaktır.
*
Haziran ayının son günüydü, akşamları kızıllaşması gereken gökyüzü bir anda renk değiştirdi. Dağların zirvelerine bulutlar birikti. Ta uzaklardan sinsice esen yel, henüz güneşin tadını çıkaramayan mor, sarı, beyaz başlıklı narin bitkilerin gövdelerini titretince bir şeylerin ters gittiğini anlamam uzun sürmedi. Sürünün arkasında hayvanları kol açan eden Uzunsakal, birden havlamaya başladı. Sürüdeki hayvanları toplamaya fırsat bulamadan şimşekler eşliğinde gök, aralıksız üç saat üzerimize kustu. Yer gök kavgaya tutuşmuş sürümle arada can çekişiyorduk. İri yağmur damlaları ve kesik kesik öksüren sepkine aldırış etmeden kepenime iyice sarınıp hayvanları bir arada tutmanın derdindeydim. Koyunlar başlarını eğip iç içe geçmişti, ama keçileri bir arada tutmak hayli zordu. Zaten yağmurun etkisiyle cıvık toprağın üzerinden yürümek zorlaşmış, amacın zirveye yakın noktasında olan, kayaların yuvarlanmasından da korkuyordum. Güya bu zorlu yamacı seçmemin sebebi yaylanın kestirme yolu olmasıydı. Gökyüzünün kızgınlığı geçince kara bulutlar hiçbir şey olmamış gibi bir anda dağılıverdi. Sinsi yel yerini toprağın bin bir çiçek kokusuna bıraktı. Bir çoban değil de bir gezgin olsaydım. Böyle bir durumda yakardım ateşimi, çıtırdayan ıslak odunların üzerinde isli çaydanlığımın fokurdayan suyu eşliğinde doğanın sesini dinler, manzaranın keyfini çıkarırdım. Gerçekler önümde dururken hayaller pek uzaktı benden. Yapmam gereken sürümü taşkınlık yapmadan bu zorlu yamaçtan kurtarmak. Ama çok yorgunduk. Dağın güney yamacına ulaşınca biraz dinleneyim diye durduk. Uzunsakal sürüye göz kulak olurken ben de ateş için etraftan çalı çırpı toplamaya başlamıştım ki uzaklardan gelen bir geçi sesi dikkatimi çekti. Etrafı, sürüyü kolaçan ettim, ama yok. Keçinin sesi hâlâ geliyor. Bu sefer sesin geldiği yöne doğru hızla ilerledim. Ta uzaklardan yavrusuyla koşan keçiyi gördüm. “Bu civarda tek sürü benim olduğuna göre bu hayvan nereye koşturuyor?” diye düşünerek nefes nefese keçinin peşinden ben de koştum. Hem kendim hem de keçi için korkuyordum. Çünkü böyle havalarda kurtlar peyda oluyordu. Adımlarımı daha da hızlandırdım, karanlık çökmeden keçiyi geri çevirmeliydim. Biraz daha yaklaşınca durumun düşündüğümden çok farklı olduğunu gördüm. Keçinin önünde koşturan bir kurt, keçi ise ona yetişme çabasındaydı. Yirmi yıllık çobanlık hayatımda gördüğüm en ilginç durumdu. Kovalamayı daha iyi görebilmek için nihayet akıl ederek dürbünümle baktım. Meğerse kurt, keçinin iki yavrusundan birini kapmış hızlıca gidiyordu. Zavallı keçi! Yavrusunu kurtarma derdinden kendisini ve diğer yavrusunun canını hiçe sayarak kurdun peşine takılmıştı. Ne yapacağımı şaşırdım. Demek kurtlar yakınımızdaydı. Bir anlık kararla keçinin önünü kesmek için patikadan hızlıca yokuşu çıktım. Ama tüm çabam boşa gitmişti. Keçi, yavrularıyla çoktan kurtların keskin dişlerine maruz kalmıştı bile. Öylece dimdik, gururla etrafında dolanan kurtların onu parçalamasına kılını dahi kıpırdatmıyordu. Sanki canı hiç acımıyor gibi. Ama dur! Kaçırılan yavrusu, onun dik dik baktığı yerde kurt parçalayıp yerken kendi acısın hissetmiyordu. Dilimin ucundaki kelime gözlerimden yuvarlanan yaşla beraber dökülüverdi. “Anne!” dedim. O bir anneydi. Yavrusunu kurdun ağzından kurtarma çabasıyla canından geçmişti.