ANAMIZI KAYBETTİK...
CUMHURİYETİN SON 75 YILLIK TAŞRA HİKAYESİ EŞLİĞİNDE BİR ÖMÜR...
101 yıllık cumhuriyet tarihimizin ilk çeyreğinde daha 6 aylık bebek iken acıların kundağına sarılarak, Büyük Erzincan Depreminin (27 Aralık 1939), o dondurucu soğuklarında kağnı arabalarının üstüne kurulan derme çatma çadırlarda hayata tutundu.
Sözde demokrasiye geçmek adına yakınlarından bir mebus adayına oy kullansın diye, nüfus kayıtlarına yaşı büyütülerek 01.01.1936 tarihinde doğmuş gibi vatandaş kılındı.
Okur yazar değildi anam, öğrendiklerinin tamamını hayat öğretti anama...
Babamız önce İzmir'de, sonra Almanya'da gurbetçi idi...
Bu sebeple hem anamız hem de babamızdı...
Neyse ki, anamın babası Alaybeyi (Ömer ÖZDEMİR) vardı. Ahırdaki hayvanlar için zaman zaman sırtında sepetlerle saman taşır, tarla işlerinde kızına destek verirdi...
Anadolu'nun mazlum ve kavruk kaderini paylaşan her hane gibi, ihtiyaçlarımızın yaklaşık %90'lık kısmını sabah 06:00'da başlayıp, gece 23:00'de biten mesailer karşılığı olarak rençberlik ve hayvancılıkla kendimiz karşılardık. Parayla karşıladığımız ihtiyaçların geriye kalan %10'luk kısmı ise gurbetten gelen harçlıklardı...
O garip anam babamdan gelen o harçlıkların tasarruf edilen kısımlarıyla anam her 3-4 ayda bir "reşat altın" almayı yine de becerirdi.
Evin en büyük çocuğu olarak, dünyayı algılamaya başladığım yıllardan itibaren ben de bu hengamenin içindeydim. El arabasında mahalle fırınına taşımaya çalıştığım bir tekne hamuruyla, geceden sabahın ilk saatlerine kadar 200-250 adet civarında pişirilen büyük somunların pişirilmesi nöbetinde anama eşlik ederdim.
Kelkit ağalık yaylası dönüşü kar altında pancar sökmek, kırağı düşmüş tarlalarda patates hasadı, gırtlağına kadar sızmış saman tozları eşliğinde harman zamanları, elde edilen buğdayların yıkanması, değirmene götürülecek şekilde kurutulup çuvallanması, bir kısmının pişirilerek bulgur çekmeye hazır hale getirilmesi getirilmesinin bütün aşamalarında ben ve benim peşimden büyümüş kardeşlerim bu hayat sahnesinin vazgeçilmez küçük aktörleriydik...
Hiç unutmam son 1000 yıldır aynı teknolojiyle çalışan değirmenlerde sıra nöbeti beklerken, çuvalların üstünde uyuya kalmışım, sabah uyandığımda senfonik bir sesle çalışan değirmen taşlarının arasından sızan un tozlarıyla "kardan adam" gibi olmuştum.
Yıllar geçti büyüdük ama anamın yine çilesi bitmedi... Lise 2 öğrencisi olarak dönemin muktedirlerince belirlenmiş resmi söylemle "karşıt görüşlü" gruplardan birinin içindeydim. Biraz delikanlılık, biraz da farkındalıkla o hengamenin tam ortasındaydım. Lise koridorlarında karşılıklı 8-9 kişilik grupların çocuksu kavgalarının içine düştük. Sopa, bıçak ve hiç bir silahın ve dahi hiç kimsenin yaralanmadığı ve karakola, savcılığa intikal eden o kavgada 15-16 yaşında çocuklar olarak "karşıt görüşlülerin" diğer tarafının tamamı serbest bırakılırken, ben ve arkadaşlarım o çocuk yaşlarımızda ceza ve tutukeviyle tanıştık.
Anacığım bunu duyunca, alaca çarşafı üstünde adliyenin önüne dikilerek çocuk yaşlarında oğlu için bu tutukluluk kararını verenlere bir kaç beddua etmiş.
Sen misin "analık" refleksi gösteren?
Şimdi tecrübeli bir hukukçu olarak düşünüyorum da asla ve kat'a hukukçulukla ilgisi olmayan MİLİTAN ve DOGMATİK hakim savcı ikilisinin gazabına uğrayan anamı da tutukladılar.
İlçemizde kadın tutukevi yok ama rahmetli kardeşim Fuat ALTUN'un infaz görevlisi olan annesinin evinde kapalı bir oda "tutukevi" yapılmış...Anacığım o evde zorunlu ikamete tabi tutuldu...
Anamın tutukluluk sırası 1978'de bitince o zalim ve kara 12 Eylül'de bana tutuklulukta eşlik eden de maalesef rahmetli babam oldu...
Bu alçak düzenin bana ve anama-babama yaşattığı zulümleri hafifletmek için, sonraki yıllarda elimden geldiğince ve sonuna kadar ana-babamın yanında olup, ben de onlara analık-babalık yapmaya çalıştım...
Erzincan Depreminden tam 60 yıl sonra anam-babam Kocaeli depremiyle birlikte tekrar gelin ve torun acısını yaşadılar...
Kendimizi bildiğimizden, çulumuzu sudan çıkarmamızdan itibaren son yıllarında kardeşlerimle birlikte daima anamızın-babamızın yanında olduk, tek tesellimiz budur...
Anamı çarşamba günü Kelkit Mezarlığında vasiyeti üzerine, kardeşler olarak "begim" dedikleri babası ALAYBEYİ Ömer Özdemir'in yanına defnettik. RAHMET OLSUN...
Bütün gelmiş-geçmişlerimize rahmet olsun...
Taziye için yanımızda bulunan, arayan-soran, hatır alan arkadaşlarımıza, hemşehrilerimize ve dostlarımıza sonsuz şükranlarımızı arz ediyorum...
Şimdi ise; mazlum ve kavruk Anadolu insanının az buçuk huzur, refah ve mutluluğu için AKIL, BİLİM, HUKUK ve DEMOKRASİ diyerek halen çırpınmaya devam ediyorum...
Baki selamlarımla...